Sosyal medyada gezinirken bir gassaldan dinlemiştim. Cenaze yıkayıcılarına gassal adı veriliyor. Gusülden aklınıza gelsin. Hani İslam dininde tepeden tırnağa duş almaya gusül deniliyor ya! Gassal da gusül yaptıran anlamında. Ölüleri guslettiriyor, yani yıkıyor.
Gassal, gördüğü ölülerin durumlarını anlatıyordu. Bir kadının güzel hallerini anlattı. Sonra gassal, ölen kadının oğluna annesinin nasıl biri olduğunu sormuş. Oğlu da demiş ki: "Annem Allah'tan gelen her sıkıntıyı başında taç gibi taşırdı."
Eşrefoğlu Rûmî Müzekkin-Nüfus'un 260. sayfasında hastalıklara, sıkıntı ve eziyetlere sabretmenin güzelliğini ikna edici bir dille anlatıyor. Sonra da öyle bir şey söylüyor ki size bir boşluk, bir kaçış rampası bırakmadan… Onun sözlerini buraya aktarıyorum; çaresizler ve yolunu şaşırmışlara yardımcı olsun diye. Müzekkin-Nüfus kitabında şöyle yazıyor Eşrefoğlu: Fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz buyururlar: "Men radıye an külli bela in radıyallahü anhü. Kim bütün belalara razı olursa Allah da ondan razı olur."
Bu sebeple Hak'tan gelene razı olmak gerektir. Fakir düşünce (ah bir zengin olsam) zenginleşince (ah bir fakir olsam) sağ ve sıhhatte iken (ah bir hasta olsam) hastalanınca (ah bir iyileşip sıhhatıme kavuşsam) sevinince (ah bir tasalı olsam) ve tasalanınca (ah bir sevinebilsem) dememeli, mihnette olunca rahat istememeli rahatta olunca mihnet aramamalıdır. Sözün kısası haktan ne gelirse ona şükretmeli, haline razı olmalı açlık veya tokluk kaygısına bile düşmemelidir. Zira kul hayır ve fayda nerededir bilemez. "el hayru mahtērahüllah" Allah u Teala'nın hayrı, dilediği yerdedir."
İşte böyle söylüyor Eşrefoğlu. Tabi bunları biraz açıklamam gerekiyor. Çünkü Müzekkin-Nüfus'un önsözünde söylendiği gibi; bu kitap garip bir kitapmış. Herkes burada yazılanları anlayamazmış. Öyle söylüyor Eşrefoğlu Rûmî; ancak el-hak nazarıyla bakanlar bu kitabı anlar diyor. Öyleyse siz de el-hak nazarıyla bakın. Allah ve Resulü ve onun yolundan gidenler doğru söyler deyin de bu kitapta yazılanları anlayın.
Şimdi en baştan Fahri alem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz'in sözünden başlayalım. "Kim bütün belalara razı olursa Allah da ondan razı olur" diye mana verilen şu hadis i şeriften başlayalım açıklamaya.
"Men radiye an külli bela in radıyallahü anhü." En baştaki men kelimesi Arapça'da kim demek. Soru edatı yani. Radiye, razı olmak. Yani kim razı olursa… an; den dan eki, uzaklık anlamı da verir. Külli, hepsi demek. An külli, hepsinden an külli bela, belaların hepsinden demek oluyor. Buraya kadar; kim bütün belaların hepsinden razı olursa demek. İn Radıyallahu anhü' de Allah ondan razı olur demek. Buradaki in, den dan anlamında çevrilmiş. Buradaki "in" şart edatı olabilir. Allah'ın kulundan razı olmasının şartı, kuluna verdiği tüm belalardan kulun da razı olmasıdır. Hadisin baştan sona anlamı: "Kim bütün belalardan razı olursa Allah da ondan razı olur." demek oluyor. Çünkü belaları Allah veriyor. Her ne kadar kul eliyle de olsa, doğa olayları sebebiyle de olsa bütün belaları veren, sevk eden Allah oluyor. Öyleyse Allah'tan gelene sabreylemeliymiş. "Hoştur bana senden gelen/Ya hilatü yahut kefen. (Hilat elbise demek.) Ya gonca gül ya da diken/ Kahrın da hoş lütfun da hoş" denildiği gibi. Yani sadece bela ve dertlerden değil nimet ve sıhhat gibi hoş şeylerden de razı olmak gerekiyormuş. Şimdi aklınıza şöyle bir soru gelebilir. İnsan hoş şeylerden niye rahatsız olsun ki?
Çünkü Allah'ın bela ve sıkıntılara sabredenlere mükafat vereceğini bilenler daha fazla mükafat kazanmak için Allah'tan daha fazla bela vermesini isteyebilirler. Nitekim Hz. Peygamber aleyhisselam zamanında da olmuş bu durum. Bir gün Peygamber Efendimize bir adamın çaresiz hastalığa düştüğünü ve şifa da bulamadığını söylemişler. Efendimiz aleyhisselam adamı ziyarete gitmiş. Bir de ne görsün, adam çektiği sıkıntılardan dolayı zayıflayıp bir kuş kadar kalmış. Efendimiz ona; "Cenab ı Allah'a edegeldiğin bir dua var mıdır?" diye sormuş. Adam da; "Evet ya Resulallah. Ben Allah'a şöyle yalvarırım. Ya Rabbi bana ne sıkıntı vereceksen bu dünyada ver. Çünkü ahiret azabı daha korkunç. Ne çekeceksem burada çekeyim diyorum." demiş. Merhamet bakımından insanların en merhametlisi olan Efendimiz o adama şu tavsiyede bulunmuş: "Bir daha şöyle dua et; Allah'ım bana dünyada da hayır ve güzellik ver. Ahirette de hayır ve güzellik ver. Ve beni cehennem ateşinden koru!" Yani böyle durumlar da olabiliyor.
Öyleyse ne yapmalıymışız? Başa gelen her şey Allah'tan gelmekteymiş. Bizler üzerimize düşeni işlemeli gerisinde tevekkül etmeliymişiz. Şimdi tekrar yukarıdaki hadis i şerife geçelim. Hadis i şerif şöyleydi. "Kim bütün belalardan razı olursa Allah da ondan razı olur." Şimdi buradaki "bela" kelimesinin anlamından bahsetmek istiyorum. Tefsirlerden, sözlüklerden bela kelimesini araştırdım. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 27, Erzurum, 2007 sayılı makaleyi; Yrd. Doç. Dr. Yusuf Çelik, Kur'an-i Kerim ve hadis i şerifleri araştırarak hazırlamış. Araştırınca bela kelimesinin imtihan, sınav anlamına geldiğini görmüş. Yani bu durumda insanoğlunun başına gelen her şey bela imiş. Zenginlik, sağlık, sıhhat, ilim, hepsi bela imiş. Dert sıkıntı, hastalıkta bela. Çünkü bela imtihan demekmiş. Sınanmak demekmiş. Türkçe'de dert sıkıntı, tasa gibi olumsuz şeylere bela deniliyor. Ama bu mana bela kelimesinin anlamını tam karşılamıyor. Allah insanoğlunu bu dünyada imtihan etmektedir. Bakara suresinde, Ankebut suresinde, diğer bazı surelerde, "...Biz sizi imtihan ediyoruz, edeceğiz." tarzında ayetler var. Peygamber Efendimizin hadis i şeriflerinde bilgiler var.
Şimdi, zenginlik nasıl bir bela olabilir ki diye sorarsanız size cevap olarak; mal varlığınızı helalden mi haramdan mı elde ettiniz ya da zekatını veriyor musunuz? derler. Yani belalara razı olmamız gerekiyor, belalar karşısında Allah'ın emrettiği şekilde davranmamız gerekiyor. Eğer böyle 'Allah'tan geliyor' diye her halimize razı olursakta, Allah da bizden razı oluyormuş. Zira kul hayır ve fayda nerededir bilemez. "el hayru mahtērahüllah" Allah u Teala'nın hayrı, dilediği yerdedir.