Türkiye, çok zor ve çetin bir süreçten geçiyor. Bakmayın siz birilerinin ve hükümet yağdanlıklarının, "Ekonomi düzeldi, her şey çok iyi gidiyor" şeklindeki zevahiri kurtarmak adına yaptıkları yorumlara. Türkiye'de hala işsizlik oranları yüzde 12'lerdedir. Cari açık katlanarak artmaktadır. İhracatçı sektörlerimiz, katma değer üretecek ürünlerini özellikle AB ülkelerine gönderememekte, bir çok üretici esnafımız çarklarını döndürememektedir.
Ve, bu ekonomik tablo içinde Türkiye'nin en önemli sorunu olan başörtüsü problemi de, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti'nin kayıkçı kavgaları dolayısıyla çözülememiştir.
Miting meydanlarında esip gürleyen, kendisinden "Başörtüsü meselesinin çözümü" konusunda soru soran vatandaşa, "Biz bu meseleyi halledeceğiz" diye söz veren Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sorunun çözümü konusunda adım atılmaya başlandığında birdenbire çarkediverdi.
Hani, meşhur bir söz vardır: Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar diye... Kemal Kılıçdaroğlu'nun özgürlüklerin genişletilmesi, başörtülü öğrencilere eğitim ve eğitim özgürlü bağlamında değerlendirilmesi gereken, başörtüsü meselesindeki tavrı da da buna benziyor.
Hakim paradigmanın borazanı olan medya, Cumhuriyet Halk Partisi ile AK Parti arasındaki başörtüsü meselesinin çözümüyle ilgili temas sürecinde, tam anlamıyla iki yüzlülük sergiledi. Başörtüsü meselesinin çözümünü istemeyen bürokratik oligarşinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın milletin iradesini hedef alan bildirisini, öylesine yağladılar, alladılar pulladılar ki, başörtüsü meselesi konusundaki asıl niyetleri açığa çıkmış oldu.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da bu meseleyi halledebilmek için hiçbir şey yapmayacağı, AK Parti'nin kampında bu özgürlükleri kısan durumu dile getiren partili bir kadına verdiği cevaptan belliydi. Bu kadıncağız, "8 senedir iktidardayız, ben başörtülü milletvekillerinin meclise girmesini istiyorum. Bu konuyu çözeceksiniz çözün, yoksa ben başka bir siyaset kanalı arayışı içine gireceğim" demiş, Erdoğan da, "Başka bir yere giderseniz üzülürüz, ama ne yaparsanız yapın" diye cevap vermişti.
Türkiye'de derin devletin ve bürokratik oligarşinin o acayip suratı, yıllar önce Merve Kavakçı'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yemin etmek üzere meclis salonuna girdiği gün belli olmuştu. Bazı görüntüler vardır, insanın zihninden silinmez, hatıralarına bir paslı çivi gibi çakılmıştır. İşte, o yemin törenlerinde başörtülü milletvekili Merve Kavakçı için, milletvekili yemini bile etmediği halde kürsüye fırlayıp, "Bu kadına haddini bildirin" diye hançeresini yırtarcasına bağıran ve derin devletin, bürokratik oligarşinin, özgürlükler karşısında bir duvar gibi duranların temsilcisi Bülent Ecevit'in görüntüsü, zihnimizdeki bu paslı çivilerden bir tanesidir.
İşte, bu görüntü "Özgürlüklere karşı çıkan, kibirli bürokratik oligarşiyi" en net ve berrak şekilde temsil eden görüntüdür.
Başörtüsü meselesi, işte bu kibirli bürokratik oligarşiyi terbiye etmek için çözülmelidir. Başörtüsü meselesi, "Herşeyi biz biliriz, biz sizin efendiniziz, biz ne dersek o olur, biz yönetiriz, biz efendiyiz siz kölesiniz, siz reayasınız" diyerek milletimizi güdülecek kalabalıklar olarak görenleri terbiye etmek için çözülmelidir.
Başörtüsü meselesi, birilerinin hiç kimsenin özgürlüklerini kısma hakkı olmadığını ispat için çözülmelidir. Bu memleket kimsenin babasının çiftliği değildir!