I.
Türkiye'deki siyasi rejim, laik cumhuriyetin halkın bir kısmını nasıl ötekileştirdiğinin ilginç örneğiyse, İran'daki siyasi rejim de dinî cumhuriyetin aynı işi nasıl yaptığının öteki ilginç örneğidir. Üstelik İran'daki cumhuriyet, saltanat rejimine karşı bir halk ayaklanmasıyla kurulmuş olması ve bu yüzden de iktidarın olabildiğince adem-i merkeziyete dayandırılmış olması itibariyle iktidar tekelinin dramatik geri dönüşünün gerçekten çok ilginç bir örneğidir. Ama her iki cumhuriyetin de ortak özelliği, “güçlü devlet-zayıf toplum” amacını temel alması ve bu politik atmosferde de tüm siyasal mefkurelerin bütün hesaplarını devlet üzerinden yapmak durumunda kalmasıdır.
Türkiye'de demokratik rejimi kurması hatırına değişim ve reformla özdeşleştirilen liberal-muhafazakâr siyasi alternatifler bile kendilerini devlet dolayımıyla ifade etmekte bir beis görmüyor ve devletin kendisinde sorun olabileceğinden hiç kuşku duymuyorlar.
Muhafazakâr siyasi seçeneklerle üslup akrabalığı belirgin İslami gövde de devlet aygıtıyla ilişki sayesinde kendini varetme fikrinin dışına çıkabilmiş değildir. Devletin kendisini ve doğasını tartışmaya açmaya çalışan dindar entelektüellerin hiçbir zaman bir elin parmak sayısını geçemediği Müslüman mahallesinde, resmi toplumun baskıcı aygıtını sorgulamaksızın çıkış bulmaya çalışan siyasi yaklaşımların işe yarar herhangi bir netice üretememesine şaşmamak lazımdır.
II.
İslami kesimin politik temsilcisi olarak temayüz eden Milli Görüş hareketi, muhafazakâr siyasetlerin pragmatik devletçiliklerine bir de milli şuur boyutu ekleyerek, zaten toplumun siyasi DNA'sında güçlü bir bilgi olan devletçiliği kökü kazınamaz ruh haline dönüştürmüş olmakla itham edilebilir. (Kötülük odağı kabul edilmesine karşın İttihat Terakki hükümetinin 1915'te uyguladığı etnik arındırma politikasının arkasında durulmasındaki devletçi refleks dikkat çekicidir!)
Demokrat Parti'den bu yana gelen fikir, devlet aygıtı eğer “helal süt emmiş idareciler”in eline geçerse artık bu türden hatalı durumların ortaya çıkmayacağı varsayımıdır. Oysa AK Parti tecrübesi gösterdi ki, idare bu ellerde de olsa muhafazakâr ufuk devletin cevherine dokunmaya mecal bulamıyor. Zaten yeterince sorunlu bürokratik otorite, üstelik iktidar tekeline çok yatkın bir siyasi modele sahipse hiçbir iyiniyet, oradan, iktidarı asıl sahibine devredecek ve yöneticiye ancak o iktidarın ahengini sağlamakla ilgili alt düzey bir rol verecek anlayışın gelişmesine imkan çıkartamıyor. Devlet aygıtının salihlerin elinde olması halinde neredeyse yeryüzü cennetinin kurulacağını vehmeden iyimserlik, iktidar temerküz ettikten sonra bu kez salihlerin istibdadının bahis konusu olacağını akıldan çıkarmamalıdır.
İşte bu çerçevede, AK Parti iktidarının liberal muhafazakâr üslubuna alternatif olduğu düşünülerek Saadet Partisi lideri Kurtulmuş tarafından ortaya atılan “kerim devlet” söylemi, popüler siyasi kültürde yerleşik bilinçaltını teşvik etmekle, iktidar tekelinin kırılabileceği umuduna barikat oluşturmaya aday dahi görülebilir.
İran'da, Ahmedinejad'ın seçim kampanyasının sloganı olan “kerim devlet”in vurgusu, siyasi rejimin otokrasiye evrileceği ikazlarına mesnet oluşturmuştu. Bu yüzden Mir Hüseyin Musevi, devleti değil toplumu eksene alan bir söylem geliştirmiş, devrimin saltanata ve iktidar tekeline karşı yapıldığını hatırlatmış ve dinin bütün önleyici tedbirlerine rağmen azmanlaşan devleti kendi doğal sınırlarına çekeceklerini, buna karşılık toplumu daha etkin hale getireceklerini vadetmişti. Nitekim Yeşil Hareket, esas itibariyle, cumhuriyet özelliği seyreltilmiş bir siyasi rejimin İslamiyet özelliğinin anlamının kalmayacağını dikkatle belirten bir değişim hareketidir.
III.
Tecrübeler gösteriyor ki, dayanıksız toplumsal yapıda devlet müvezzi rolünü oynadığı sürece, iktidar tekelinden nemalanmaya ayarlı politik seçenekler kendi aralarında onu ele geçirmek için yarışacaklar ve rekabeti kazanan taraf da müesses nizamı kendi çıkarı için kullanmaktan vazgeçmeyecektir. Böyle bir iktidar gücü ve tekelinin kerim ya da ceberrut olması arasında cevheri ilgilendiren bir fark yoktur.
Ceberrut devlet öfkeli ve kaşları çatık devletse, kerim devlet de onun şefkatli ve ikramda bulunan halidir. Aynı cevhere sahip bu devlet öfkelendiğinde ceberrut, iyi huyuna rastlandığında ise kerim olacaktır. Ama her halükarda toplum bu iktidar tekeli karşısında edilgendir ve onun iyi haline muhtaçtır.
“Kerim devlet”in sosyal(ist) devletin yerine ikame edilmiş, işlevi bakımından aynı ama adı farklı bir tür olduğu anlaşılıyor. Halbuki Osmanlı'dan merkeziyetçi özelliği tevarüs eden laik cumhuriyete “kerim” öğesini de ekleyerek ihya edilecek lütuf devleti ile, düzenleyici ve denetleyici sıfatla piyasaya müdahil olacak ahenk devleti aynı şey değildir. “Kerim devlet”in hedefi, tanrısal(laşmış) sosyal devletin koruyucu kanatları altına sığınmış ve sunulan ikramla emniyete alınmış fertlerin toplumsal modelini inşa etmekse (değilse bile amaçladığı tedbirlerle böyle bir modele ruh üflemeye çalıştıkça) bugünkünden daha derin ve aşılmaz bir totaliter devlet üretmekten başka bir noktaya varamayacaktır.