Geçen gün eşimin muayenesi için Seçuklu hastanesine gittim. Hastanade nasıl vakit geçireceğimi düşünürken Hastanenin çıkardığı dergi yetişti imdadıma. Gözüm sayfalarda dolaşırken Dr. H. Hüseyin Uysal Bey’in;” Kenya’da Bir ‘Çağdaş Yaşamcı’ Hanımdan Nasıl Kaçtım’” başlıklı yazısına demir attı.
Yazı ilginç olduğu kadar ürkütücü, şaşırtıcı olduğu kadar düşündürücü idi. Tahmin ettiğiniz gibi değil! Yazıyı bu sıfatlarla mevsuf kılan ne Kenya’daki insanların acınacak durumu, ne Kenya’daki açlık, sefalet, kuraklık; ne de İHH gönüllülerinin fedakârlıkları. Yazıyı ilginç ve şaşırtıcı yapan Dr. Bey’in Kenyada karşılaştığı ve bu ülkeye Safari için giden “Çağdaş yaşamcı” Bir bayan profesörle azıcık yardımlar ve yardımlardaki amaç üzerine ve fakat daha çok (Maalesef hiç ilgisi olmamasına rağmen) Örtünme (başörtüsü,türban)üzerine yaptığı tartışma.
Yardımlarla ilgili tartışma çok olağan, beklenen bir şey. Fakat Ta Afrikada karşılaşan iki Türk’ün bir kültür programında, gürültülü bir ortamda Türban tartışması yapması inanılır gibi değil. Konya Nere, Kenya nere! Ta Afrika'da bu tartışmanın ne işi var Değil mi? Bu zıtlaşma ne menem bir şeyse, genlerimize nasıl işlemizse, ruhumuza nasıl kazınmışsa Konya'da olmazsa Kenya'da buluyor sizi. Ben en iyisi yazının o bölümünden bazı satırları (kısaltarak) aktarayım da durumun vehametini daha iyi kavrayın. Yardımlardaki amaç üzerine başlayan tartışma mecra değiştirirek şöyle devam ediyor;
“…Konuyu değiştirerek eşime, aileme ilişkin sorulara başladı.
-- Eşiniz türbanlı mı?
-- Eşim başörtülü?
-- Ev hanımı mı?
-- Hayır! Tabip, pratisyen tabip.
-- Siz istiyorsunuz diye örtünüyor değil mi?
-- Hayır. O örtülü olduğu için ben onu aldım; benim onun örtüsüne engel olmayacağıma kani olduğu için o beni aldı.
Cevabımı ben de beğendim doğrusu. Ama bu cevap hanımefendinin sıkıntısını artırdı sanki.
-- Peki, kızınız var mı?
-- Evet var!
-- Kaç yaşında? Onun da başını örttürüyor musunuz?
İçimden biraz “lâ havle velâ kuvvete…” okuduktan sonra:
-- On yaşında. Bu günlerde artık başını örtmesi gerektiği konusunda yavaş yavaş uyarılarda bulunuyoruz. O da giderek artan sürelerle örtüyor. Dedim. Dedim demesine de ondan sonra “Amanın bu hanıma bir şeyler oldu! Öfkeden alev aldı yanıyor! Hemen bir kova su getirin” diyecektim neredeyse.
-- Siz zalim insanlarsınız küçücük çocuğun başını örttürüyorsunuz. Oysa bıraksaydınız da büyüseydi sonra kendi hür iradesi ile … diye başlayıp süren bir sürü bildik alışılmış basmakalıp lâf yığını döküldü ortalığa.
Felsefi olarak bu kadar basit bir tartışma ortamına sürüklendiğime mi ağlamalıydım yoksa bunun ülkemizden binlerce kilometre uzaklıkta Afrika’nın ortasında bir gösteri salonunda olduğuna mı gülmeliydim. İstemeden sürüklendiğim bu kısır tartışma ortamından darlandıkça darlanıyordum Oysa ekip arkadaşım Dr. Şaban Coşkun beyin de muzipliği tutmuş, habire benim sıkıntılı durumumu fotoğraflayıp durmaktaymış. Sonra öğrendim. Biraz sitem ettim. Sözü uzatmamak lazımdı ama nasıl kurtulacaktık.
-- Hanımefendi kendiniz için uygun gördüğünüz ‘kendi neslinizi sürdürme hakkı’nı bana çok görmemelisiniz. Nesli sürdürmek hem biyolojik olarak hem de inanç/kültür olarak anlaşılmalıdır. Bu uluslar arası sözleşmelere de konu olan temel bir insan hakkıdır. Hem niye sizin düşünce/inanç ortamınız temel veri kabul edilecekmiş. Sizin çocuklarınız bizim ilkemize göre yetiştirilsin! Mesela kızınız başörtülü olarak yetişsin! İnancın ve dini hayatın gerekli olduğunu veri kabul eden, ona göre tasarlanan/düzenlenen bir çevrede yetişsin…Benim sözlerimi dinlemiyordu bile. Daldan dala atlıyor ve seviyeyi düşürdükçe düşürüyordu. En sonunda:
-- Kadınlarınızı örtüyorsunuz. Neymiş efendim erkekler tahrik oluyormuş. Ben de sizin bu kısa kollu gömleğinizden taşan kolunuzdan tahrik oluyorum. Ne olacak şimdi? Dedi.
Utandım fakat işin bu denli çığırından çıkacağını ve gurbette bir vatandaşımın bu kadar dinime düşmanlık edeceğini düşünemediğimden ileri gelen şaşkınlığım daha ağır bastı. Ve çaresizlik içinde gözlerim gökyüzüne yöneldi. Allah (cc) dan kurtarılmayı umuyordum.
-- Hanımefendi, biz inandığımız dinin hükümlerine ilişkin bir takım gerekçeler bilebiliriz, bunları dile getirebiliriz, ama bütün hikmeti bu gerekçelere indirgemeyiz. Kişi, temel felsefi noktalarda kani olduktan sonra teferruata uymak o inanç mensubu için sorun değildir. Hem bu başkasını hiç ilgilendirmez. Sizinle konuşacağımız konu bu değil. İnancın özüne ilişkin amentünün alfabesine ilişkin konuşmalıyız konuşacaksak. Dedim...Program bitti, ayağa kalktık fakat ayakta da kadın hâlâ konuşma çabasındaydı. .…”
Konya’da Olmazsa Kenya’da / Ha Kenya’da Ha Konya’da
Dr Beyin dergideki yazısının tümünü alıntılama imkanım yok. Beni şaşırtan, daha doğrusu beni üzen, ülkemizden kilometrelerce uzaklıkta, açlığın, sefaletin kol gezdiği bir diyarda, duyguların, nazarların, karşılaştığı dramlardan dolayı acı ve merhametle dolması gereken bir ortamda, iki Türk vatandaşının Türkiyedeki bir meseleyi orada tartışmaları. Ne diyelim Allah Cümlemize biraz daha hoşgörü, biraz daha anlayış, biraz daha merhamet versin.