Maksadımız bir takım yanlışları ve usulsüzlükleri ortaya çıkarmak ve bunu yargıya götürmek mi yoksa maksat bir şeyler biliyormuş görüntüsü mü vermek? Doğrusunu söylemek gerekirse toplum olarak nedense hareket ve eylemlerimizi belli bir düzen ve anlayış içinde yürütemiyoruz. Genellikle de kendi iddialarımızın yargıcı olmayı tercih ediyoruz. Söz gelimi yönetimde bulunanların yanlışlarını mı eleştiriyoruz, eleştirmiyor sanki kavga ediyoruz. Bu tür eleştirilere verilen cevaplarda da bir ölçü yok. Belki var da biz işin farkına varamıyoruz. Kimin sesi daha çok çıkarsa o haklıdır gibi toplumda bir algılama hatası var da onun için iddialarımızı ve bu iddialara cevabımızı avazımız çıktığı kadar bağırarak vermek durumunda mı kalıyoruz?
Kimin daha çok bağırdığı aslında konumuz değil. Ancak, karşılıklı bağrışmanın oluşturduğu ortamda ülkemizin pek çok gerçeği güme gidiyor ve ülke gerçeği sadece ortada bağırıp duranların söylediklerinden ibaretmiş gibi hava oluşuyor. Büyüklerin oluşturduğu bu havaya gençlerimizde ayak uydurunca üzülüyoruz. Halbuki iddiasından ve söylediklerinden emin olan bağırmaya gerek duymaz. Çünkü, fazla bağırmak toplumun daha çok dikkatini çekmiyor aksine söylenenler oluşan gürültü arasında kaybolup gidiyor. Böyle olunca da iddia sahibi ile iddiaya muhatap olanların doğruyu ortaya koymanın peşinde olmadıkları gibi bir görüntü oluşuyor.
Dikkat edin normal bir icraat bile ülkemizde polemik konusu olabiliyor. Söz gelimi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararı ile iki hakimin görevden alınması bile oluşturulan toz duman bulutu içinde kaynamaya terk edildi. Herkes işin bir boyutundan asıldı. Karara karşı olanlar duruşmaya iki gün kala hakimlerin değiştirilmesini siyasi iktidarın yargıya müdahalesi gibi takdim etmeye, ya da öyle göstermeye çalıştı. Bu hakimlerin niçin görevden alındığı üzerinde durmaya gerek duymadılar. Buna karşılık Adalet Bakanı kararın HSYK'da oy birliği ile alındığını açıklayarak 'Bizim verdiğimiz bir karar değil' demeye getirerek HSYK'nın farklı görüşlerdeki üyelerinin de onayı ile alındığını açıklamak suretiyle tartışmayı bir başka boyuta taşıdı. Halbuki HSYK'nın kararlarını oy birliği ile alması gerekmiyor. Oy birliği ile alınmamış bir kararda geçersiz olmadığı gibi üzerinde polemiği de gerektirmez.
Bu arada Kayseri Büyükşehir Belediyesi ile ilgili bir yolsuzluk iddiası CHP Genel Başkanı tarafından gündeme taşındı. Galiba Kılıçdaroğlu kendisini sadece bir takım dosyalar bulup bunları topluma karşı sallamakla görevli sanıyor. Elbette muhalefetin denetim görevi vardır ve bu gövde çok önemlidir. İktidarları ne yaparsak o doğrudur gibi bir yanlışa saplanmaktan kurtarır. Ancak bu denetim işinin yalama edilmemesi, inandırıcılığının yitirilmemesi gerekir. Eğer bir defa muhalefetin iddialarının boş laflardan ibaret olduğu gibi toplumda bir düşünce yaygınlaşmaya başlarsa ondan sonra doğru iddialar da arada kaynayıp gider.
Daha ilkokul çağlarında öğrendiğimiz belkide ders kitaplarımızda yer alan bir Yalancı Çoban hikayesi vardı. O hikayede çobanın birisi her sabah köyün sürüsünü önüne katıp dağlara otlatmaya çıkarmış. Bir gün köyden çok fazla uzaklaşmadan köyün yakındaki tepenin üzerinden "Yetişin!.. Sürüye kurt geldi" diye bağırmaya başlamış. Bu sesi duyan köylüler ellerine geçirdikleri tüfek ve baltalarla çobanın imdadına koşmuşlar. Yanına vardıklarında bir de bakmışlar ki çoban bir ağaca yaslanmış gelen köylüleri gülerek, "Şaka yaptım" diyerek karşılıyor. Köylüler kızgınlıkla geri dönmüşler. Aradan günler geçmiş çoban yine avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamış "Yetişin!.. Sürüye kurtlar daldı... İmdat.." diye bağırmaya... Daha önceki gibi çobanın kendilerini kandırdığını düşünen köylüler çobanın bağırmasına aldırış etmemiş... Kimse de yardımına koşmamış. Bu defa gerçekten gelen ve sürüye dalan kurtlar çobanın hayvanını telef etmiş.
Hikayenin sonunda çıkartılan ders ise "Yalancıyı kurt yemiş kimse inanmamış" şeklindeydi.
Demek istediğim o ki, iktidarı, muhalefeti, medyası ve ilim adamlarının toplumu kandırdıkları anlaşılırsa bir daha doğru söyleseler de kendilerine inanan olmaz. Sanıyorum bir toplum için böyle bir sonuç gerçekten sosyal bir felakete dönüşür.