Kemalizm ile hayat geçer mi?

xxx654
Siyaset bilimci ve sosyolog Prof. Şerif Mardin'in, "Kemalizm kuru bir ideolojidir. Bizim cumhuriyet öğretimizde 'iyi, doğru ve güzeli derinliğine araştıralım' diye bir şey yok" demesi malum çevrelerin canını sıktı.
Zaten o çevreler, "mahalle baskısı" gibi evire çevire ırzına geçebilecekleri bir kavramdan söz etmediği sürece, Şerif Hoca'yı ne yapacaklarını bilemiyor.
Bir yandan, "kendileri gibi yaşayan" uluslararası çapta bir bilimci olduğu için saygı duyarlar.
Ama öte yandan, dinin toplumsal etkilerini araştırarak gerçekleri yüzlerine çarptığı için sinir olurlar.
Şerif Hoca derste anlatmıştı: Din sosyolojisi yapacağını söylediğinde, İsmet İnönü, "Aman dikkat et, çok sıkıntı çekersin, dinci derler" diye uyarmış zamanında.
Neyse. Biz gelelim asıl konuya: Kemalizm gerçekten "iyiyi, doğruyu, güzeli" vaaz etmeyen bir ideoloji midir? Yani Mardin'in tabiriyle "kuru" mudur?
Geçenlerde yayınlanan bir kitapta, bu "kuruluğun" ilginç örnekleri yer alıyor. Yazarı: CHP'li siyasetçi Mustafa Özyürek'in kızı Esra Özyürek.
California Üniversitesi'nde antropoloji dersleri veren Esra Özyürek'in kitabının adı "Modernlik Nostaljisi: Kemalizm, Laiklik ve Gündelik Hayatta Siyaset" (BÜ Yayınevi)
Özyürek şu sorunun cevabını arıyor: Devlet, zaten, dağları taşları, meydanları binaları Atatürk simgeleriyle (heykeller, resimler, yazılar, vb.) donatmışken; nasıl oldu da, bazı vatandaşlar, bunlarla yetinmeyip o simgelerin minyatürlerini satın alarak, giysilerinde, boyunlarında ya da mesela otomobillerinde taşımaya başladı?
İslami akımlara karşı çıkmanın ötesinde, bu çaba siyasi antropoloji açısından ne anlama geliyor?
Doğrudan değinilmese de, şu "kuruluk" meselesi açısından bazı önemli ipuçları var kitapta.
Hatırlarsınız, bir ara, gençliklerini erken cumhuriyet (1923-1938) döneminde yaşamış Kemalistlerle yapılan söyleşiler çıkıyordu medyada.
Esra Özyürek yaşlı Kemalistlerin (özellikle kadınların) anılarında ortak bir nokta bulmuş:
Bu kişiler, bir öğretmen edasıyla, kurulmakta olan yeni rejime nasıl da kıvanç dolu bir heyecanla bağlı olduklarını anlatıyor.
Ancak bunu yaparken özel yaşamlarını titizlikle gizliyorlar. Yeni rejimin, gündelik/sıradan hayatlarında (örneğin kadın-erkek ilişkisinde) ne gibi sorunlar yarattığına, bunları çözmek için hangi yollara başvurduklarına pek az değiniyorlar.
Niye? Çünkü Kemalist ideoloji onlara nasıl "yaşayacaklarını" söyleyemiyor, "iyi, doğru ve güzel" diye ancak Batı toplumlarını gösterebiliyordu.
Ne var ki Batı'yı taklit etmek, kitlelerde (züppeler hariç); sevinç, mutluluk, haz gibi hisler yaratmıyordu.
Tayyörleriyle erkekler dünyasına adım atmış oldukları için gurur duyan yaşlı Kemalist kadınların anılarını dikkatlice okursanız, gençliklerinde "kadınsı" yönlerini, "cinselliklerini" gizlemek için nasıl büyük bir çaba harcadıklarını görürsünüz.
Bu sıkıntı Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 'Panorama' adlı kitabında da vardır. Kendilerini rejime adamış insanlar, faraza "aşkı" nasıl yaşayacaktır? Kemalist ideolojinin bu soruya verebileceği bir cevap yoktu.
"Türk (olmakla) övün, (ülken için) çalış, (yöneticilerine) güven!" Tamam ama hayat bundan ibaret değil ki!
Prof. Mardin, "kuru" ve "sığ" derken sanırım olayın bu yönünü anlatmak istiyordu.