Genç yol arkadaşım Mahmut Hacıbektaşoğlu ile birlikte 10 Eylül Cumartesi saat 21’de Almatı’ya uçtuk. Beş saatlik yolculuktan sonra indiğimiz havalimanında bizi Kazakistan 2030 Vakfından Ömürcan isimli güler yüzlü bir görevli karşıladı. Türkiye’de bir süre bulunmuş, Türkçe konuşan mütebessim bir genç Ömürcan.
Kazakistan ile Türkiye arasında 3 saatlik bir zaman farkı var. Bayramı Türkiye ile aynı gün yaptılar.
Sabah erken saatlerde indiğimiz Almatı’da hava güzeldi. Ne soğuk, ne sıcak, ılıman bir hava hâkimdi şehre.
Vakfa doğru giderken ilerde gözüken Tanrı Dağları’nı gösterdi görevli. Dağların ardında komşu ülke Kırgızistan vardı. Yine Almatı’nın çok yakınında başka bir komşu ülke ise Çin idi.
Merhum Turgut Özal Almatı’ya bir gelişinde Çin’e yakın oluşun Kazakistan için bir risk olduğunu söyleyip başkentin Astana’ya taşınmasını tavsiye etmiş Devlet Başkanı Nazarbayev’e. O da bu tavsiyeye uyarak başkenti Astana’ya taşımış.
Almatı gelişmiş bir şehir. Geniş bulvarları, yeni yüksek binaları ve modern alışveriş merkezleriyle 3 milyon nüfuslu modern bir şehir. Yıllar önce okuduğum bir seyahat kitabında Almatı’nın tam bir güller şehri olduğu anlatılıyordu. Biz dikkat çekecek kadar çok gül görmedik. Ama şehrin derli toplu, bakımlı ve gelişmekte oluşu gözden kaçmıyordu.
Bayram sabahı..
Bayram sabahı, kaldığımız Vakıf merkezine 15 km. mesafedeki kurban kesim yerine yakın bir mahalle camiinde bayram namazını kıldık. Namazda cemaatin çoğunluğunu gençlerin oluşturduğunu görmek, Kazakistan’ın geleceği adına bizleri umutlandırdı.
Namazdan sonra gittiğimiz kurban kesim yeri önceki yıllarda Vakfın eğitim amaçlı kullandığı bir mekan. Mekânın bir köşesi kurban kesimi için düzenlenmiş.
Bizim kurbanlardan önce az sayıda küçükbaş hayvan kesildi. O kurbanların sahipleri kesim sırasında aileleriyle birlikte hazır bulundular. Bize bayram namazını kıldıran Tural Hoca kurban kesimlerini de yaptı. Tural Hoca bir süre Türkiye’de bulunmuş, dini ilimler tahsil etmiş. Bizim gibi Türkçe konuşabiliyordu. Kurbanlık hayvan yatırılınca Tural Hoca önce kurban sahibi ile birlikte duasını yapıyor, sonra da kesimi gerçekleştiriyor.
Deniz Feneri bu yıl vekâletini aldığı kurbanları, “Kazakistan 2030” Kazak-Türk Gençleri Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ile işbirliği halinde kesti. Bizim kurbanlarımızın kesimi ikindiye yakın tamamlandı. Kurbanlarımızın bir kısmını ise Almatı’ya 700 km. mesafedeki Çimkent’te kestik.
Kazakların bayram sofraları unutulmaz
Kurban kesimlerine ara verdiğimiz bir sırada bizi bir sofraya davet ettiler. Tatlı tuzlu, türlü türlü kek, börek ve çörekle, bayram şekeriyle dolu bir sofra bizi bekliyordu. “Çay mı, süt mü?” diye sordular. “Çay” dedik.
Bayram günleri boyunca bu sofraya yüzlerce misafir davet ediliyormuş. Misafirler yedikleriyle kalmazlar, beğendikleri yiyeceklerden yanlarına da alırlarmış. Bayram dışında, yılın diğer günlerinde de bu kadar abartılmasa bile Kazak evlerinde zengin bir sofra üç öğün boyunca hep hazır tutulurmuş.
Kazak sofrası bana 25 yıl önce gittiğim Özbekistan’daki benzer sofraları hatırlattı. Belli ki bu bölge insanının misafir ağırlama kültürü ve sofra anlayışı bizden biraz farklıydı. Bu kadar zengin sofralara rağmen etrafımda aşırı kilolu Kazak görmedim.
Kurban etlerinden bir kısmını Almatı’daki bir yetimhaneye götürdük. Âmine isimli Uygur hanımın kurduğu ve işlettiği yetimhanede anne babası olmayan yetim-öksüz çocuklara sahip çıkılıyor. Âmine hanımla tanıştık. Âmine Hanım kendisini 1995 yılından beri yetimlere adamış. Kendisi biraz geç evlenmiş. Yetimler arasından dikkatimizi çeken bir erkek çocuk Âmine hanımın elindeki parayı almaya çalıştı, kulağındaki küpeye uzandı. Buna benzer aşırı yakınlık işaretlerini bir yetimin kendisiyle ilgilenen bir büyüğe naz makamındaki hareketleri olarak yorumlamıştım. Gerçek anlaşıldı. Meğer o çocuk Âmine Hanımın öz evladıymış.
Biz oradayken genç bir çift kucaklarında yeni doğmuş bebekleriyle ziyarete geldiler. Yetimlerden birisine Kur’an-ı Kerim okuttu Âmine Hanım. Sonra da dua etti. Genç çift sevinerek çıktı.
Âmine Hanıma gördüklerimizin ne anlama geldiğini sordum. Yeni anne baba olan çiftler, bebeklerinin sağlıklı bir şekilde doğması temennisiyle yetimhaneye yardım getiriyorlarmış. Gelmişken de Âmine Hanımın duasını almak istiyorlarmış.
Çimkent’e tren yolculuğu
Bayramın ikinci günü akşamı saat 21’de trenle Çimkent’e hareket ettik. Dokuz saatlik bir yolculuktan sonra Çimkent’e ulaştık. Çimkent Kazakistan’ın önemli şehirlerinden birisi. Bayramın üçüncü günü sabahı Çimkent’in 20 km. dışında bir mezbahaya gittik. Geriye kalan kurbanlarımızı orada kestik.
Türkistan’a hareket
Kazakistan’a gelmişken Ahmet Yesevi’nin kabrini ziyaret etmeden dönmek olmazdı. Bayramın 4. Günü İslamhan Bey, M. Hakkı Sezer ve Mahmut Hacıbektaşoğlu ile birlikte Çimkent’e 150 km. uzaklıktaki Türkistan’a gittik. Türkistan’a hareket etmeden önce İslamhan beyi almaya gittiğimizde, “Sabahtan beri bana yemek vermediler. İçeri girelim, misafirlerimiz bir Kazak sofrası görsünler” diyerek bizi evine davet etti. Bayram sofrasından sonra ikinci Kazak sofrasını da görmüş olduk. Her iki sofra da etkileyiciydi.
Bizi Çimkent’ten Türkistan’a kendi arabasıyla götüren ve sonra da tekrar Çimkent’e ulaştıran İslamhan Bey, bir süre öncesine kadar çok önemli kuruluşlarda idarecilik yaparken o görevleri bırakıp kendisini hayır işlerine, İslam’ı öğrenip, onunla amel edip başkalarına da öğretmeye adamış. Eski yaşantısından vazgeçmiş, yeni güzel bir yola revan olmuş..
Türbe ziyareti öncesinde, türbenin yakınında kısa bir süre önce inşa edilmiş ve Hazret’in adını taşıyan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in açılışını yaptıkları Hoca Ahmet Yesevî Camii’nde öğle namazı kıldık. Sonra da Hoca Ahmet Yesevî Hazretlerinin türbesini ziyaret ettik.
Yesevî Dergâhının müzeye dönüştürülmüş halini gezdik. Zikir yapılan salon, mutfak ve benzeri bölümlerden sonra en ilgi çeken yer Yesevî’nin 63 yaşından itibaren “Efendimiz s.a.s’in vefat yaşına ulaştım” deyip çekildiği çilehane idi. Dünyadan elini eteğini çekip daha çok uhrevî âlem için hazırlıklara vakit ayıran mübarek rivayete göre 10 yıl daha yaşamış. Allah, şefaatlerine nail eylesin.
Bayramın dördüncü günü akşamı Çimkent’ten trenle Almatı yolculuğuna çıktık. Cuma sabahı Almatı’ya ulaşmıştık.
Almatı’da Türk Kızılayı’ndan genç görevlilerle tanıştık. Onlar da bu yıl Deniz Feneri’nin birlikte çalıştığı Vakıf’la kurban kesmişlerdi.
O gün Cuma namazını Almatı Merkez Camiinde kıldık.
Akşam Vakıf merkezinde Türkiye’den Kazakistan’a gitmiş Türklerin katıldığı bir programda katılımcılarla tanıştık, sohbet ettik. Sohbet toplantısında Kızılay görevlileri kendi kurumlarını, biz de Deniz Feneri’ni davetli gruba anlattık.
Cumartesi sabahı (17 Eylül 2016) saat 06.45 uçağıyla İstanbul’a hareket ettik. M. Hakkı Sezer ve Ali Akbulut Beyler bizi havalimanına kadar götürdüler. Biz, son kontrol noktasından geçinceye kadar da gözden kaybolmadılar.
Kazakistan’da Türkiye’yi temsil eden o güzel insanlara ve Kazak kardeşlere selam olsun…