Sömürünün sebepleri üzerinde durduk... Sömürü sermayesinin dayattığı sistem sebebiyle sömürünün gerçekleşmekte olduğunu anlattık... Sömürünün ana kaynağı bilgisizlik ve ilimsizliktir dedik... Ve çağımızda devlet yönetmenin ilim işi olduğunu hatırlattık...
Çağımızdaki "zulüm düzeni" sömürüye dayanmakta ve asırlardan beri sürdürülebilirliğini bu sayede gerçekleştirebilmektedir. İnsanlar ikiye ayrılmış durumda: Bir tarafta sömüren çok küçük bir azınlık ve onların yardakçıları, diğer tarafta sömürülenler. Bilgi ve iletişim çağında insanlar sömürüldüklerini bilmekte ve anlamakta ama alternatif çözüm bilemediklerinden veya bulamadıklarından bu zulme katlanmak zorunda kalmaktadırlar.
Biz, "Tek çare ve çözüm Adil Düzen'dir" derken, işte bu biricik alternatifi "Adil Ekonomik Düzen" ile birlikte bütün insanlığa sunmuş oluyoruz. Her şeyin sonu olduğu gibi elbette sömürünün bir sonu vardır. Nitekim zulme dayalı sömürü sermayesi giderek gücünü kaybediyorken, beşeriyet adalete dayalı alternatif düzeni sabırsızlıkla bekliyor...
Sömürü sermayesinin sömürüyü sürdürebilmek için ülkelere oynadığı oyunlar ve dayattığı sistemler vardır. Küresel sömürü sermayesinin sömürdüğü ülkelere dayattığı sistem ve oynadığı oyunlardan biri de "gelir vergisi sistemi"dir. İşletmelerde gelirden vergi alındığı için her işletme gelirini ve giderini kanunen olduğu gibi göstermek zorundadır.
Büyük işletmeler bünyelerinde barındırdıkları becerikli muhasipler sayesinde, çeşitli atraksiyonlarla bu badireden kurtulmakta ve kendilerince çözümler üretmektedirler.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler ise bu becerikli muhasipleri finanse edemedikleri için bu atraksiyonları yapamamakta, zamanla büyükler karşısında ezilip yok olmaktadırlar.
Vergi yükü, sigorta yükü, sosyal güvenlik yükü o kadar çok ve ağırdır ki; işetmeler vergiyi tam gösterseler bir-iki yıl içinde iflas ederler.
Vergi kaçırmak, kaçak işçi çalıştırmak suretiyle maliyetler düşürülmekte, işletmeler bu sayede ayakta kalabilmekte ve dolayısıyla Türkiye de bu sayede yaşamaktadır.
Bunu bilen siyasi iktidarlar bu kaçakçılığa göz yummaktadırlar; çünkü göz yummazlarsa, işletmeler ve ekonomi, dolayısıyla ülke birden bire büsbütün çöker.
Bu "kaçakçılık düzeni"ne sömürü sermayesi de teşvik etmektedir. Çünkü kaçakçılık demek "kayıt dışı ekonomi" demektir. Kayıt dışı ekonomi ise "gelişemeyen ekonomi" demektir, bugün var yarın yok demektir. Ülkelerde kayıt dışı işletmeler, gelişemeyen ekonomiler olacak ki, küresel sömürü sermayesi sömürüsünü sürdürebilsin...
O halde sömürüyü sona erdirmenin, işsizliği ortadan kaldırmanın, ekonomiyi gerçek anlamda canlandırmanın ilk şartı, "kayıt dışı ekonomiye son vermek" olmalıdır.
- Bunun için devlet "faizli işlem" yapmamalıdır.
- Gelir vergisi ve vergi beyannameleri kaldırılmalıdır.
- Sosyal güvenlik yükünü işveren değil devlet yüklenmelidir.
- Yabancı işçilerin gelip ülkemizde çalışmalarına izin verilmelidir.
İhracat-ithalat dengesini istiyorsak, öncelikle gümrükler ve vizeler meselesi tek taraflı da olsa çözüme kavuşturulmalıdır. Bir ülke, önder bir ülke, bu konuda bütün beşeriyete öncülük etmelidir. Bu ülke neden "Türkiye" olmasın? Türkiye'nin bu potansiyeli vardır.
Sonuç olarak, kayıtlar kişilere vergi yükü getirmemelidir.
Bu yetmez. Yapılması gereken önemli bir şey daha vardır. "Genel Hizmet Kooperatifleri" kurulmalı, özellikle orta ve küçük işletmelerin muhasebe ile birlikte bütün muamele işlemlerini "hizmet kooperatifleri" tutmalıdır.
Böylece ekonomi kayıt altına alınmalı, ülkemiz kayıtlı ekonomiye geçmelidir.
Şairin dediği gibi: Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.
Çıkar yol kayıtlı ekonomidir; kayıtlı ekonomi şarttır.