ESKİDEN sabah saat 05.00 demeden uyuyamadığım için televizyonda neler seyrederdim neler...
Gecenin ilerleyen saatlerine sarkmış magazin programlarında ciğeri beş para etmez heriflerin "kıytırık" gece gezmelerini seyrederdim...
Günde iki tane aksiyon filmi çekmesiyle maruf, sarışın karateci Michael Dudikoff'un, Los Angeles gecelerini tarumar ettiği berbat filmlerini seyrederdim...
Okan Bayülgen'in programını sabaha dek seyreder, tam o bittiğinde başlayan dekorsuz, ışıksız, saat doldurmak için çekilmiş pejmürde türkü programlarına dalardım...
Kanal B'de ulusalcı imamların "din ve ahlak" vaazlarını, ART'de Kıbrıs aksanıyla konuşan adamların bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalarını, STV'de "Hocaefendi"nin itinayla derlenmiş cuma sohbetlerini, Flash TV'nin gecekondu usulü hazırladığı "halkımızın tuhaflıklarına dair" programlarını seyrederdim.
Seyrederdim, seyrederdim... Bir türlü uyku tutmazdı...
Sonra bir şey oldu, garip bir şey...
Sabahlara kadar uyuyamayan ben, birdenbire Hıncal Uluç'a dönmeyeyim mi?
Saat 22.30 dendiğinde uyku bastırmasın mı?
Eskiden güneş doğmadan uyuyamayan ben, güneş doğmadan uyanmaya başlamayayım mı?
İşte bu yüzden...
Eskiden uykusuz gecelerime ilaç gibi gelen ve "üniversite öğrencilerinin iflah olmaz kekemeliği"ne dair çok şey öğreten Abbas Güçlü'nün Kanal D'deki "Genç Bakış" programının o süper eğlenceli bölümünü kaçırdım...
* * *
Halbuki konuklar "kallavi" imiş...
En başta AKP'den kurtulmak için yanıp tutuşanların, "yenerse bu yener" diye bir umut gözlerine kestirdikleri meşhur "Latif Abi" varmış...
Sonra kayıt dışı ekonomi konusuna biraz fazlaca sardırdığı için fırlama öğrencilerinin "Kayıtdışı Osman" diye lakap taktıkları sevgili hemşerim Osman Altuğ Hoca oradaymış...
Ve tabii genç kuşağın vurduğu yerden ses getiren ulusalcısı Yiğit Bulut oradaymış...
Mevzu "küresel kriz" imiş...
Ama laf dönmüş dolaşmış, "Abdüllatif Şener AKP'yi neden bıraktı?" başlıklı kadim tartışmaya gelmiş...
"Latif Abi" de şöyle bir cümle kaçırmış ağzından:
"Gazeteci Ahmet Hakan AKP'yi bırak dedi, ben de bıraktım."
Bu cümle söylenince üniversite öğrencilerinden bir yadırgama tınısı yükselmiş, hepsi birden "Ooooo" diye ünlemişler...
"Kayıtdışı Osman" durur mu? O da ayıplamış Latif Abi'yi, "bir gazeteci parçasının lafıyla parti mi bırakılır" demeye getirerek...
"Latif Abi" durumu toparlamaya çalışmış ama başaramamış... Olay gürültüye gitmiş, mesele tam olarak anlaşılmamış...
* * *
Madem Bekir Hazar kardeşim bu olayı ayrıntısıyla yazdı...
Madem ATV Haber, bu olaydan "matrak bir haber" çıkarma gayretine girişti...
Madem bazı internet siteleri bu vakanın üzerine atladı...
O zaman kayıtlara yanlış geçmesine izin vermeyeyim...
Efendim, olayın aslı şudur:
Herkeslerin koltuk kapmak için yırtındığı, milletvekili olmak için nice koç yiğidin gerdan kırdığı, bürokraside bir yerlere gelmek için nice şerefli insanın kendisine "dinsel bir geçmiş" icat etmeye kalkışarak şerefsizleştiği bir ortamda...
"Latif Abi" acayip bir şey yapmak üzereydi...
Bakanlık koltuğunu, "üçüncü adamlık" gücünü falan elinin tersiyle itme noktasına gelmişti...
Ben de işte tam bu sırada "Kaç Latif Abi kaç" diye gaza getirici bir yazı yazdım...
Amacım herkeslerin bir yerlere gelmek için alçaldığı bir ortamda, bir yerlere gelmiş bir adamın "kaçarak" muhteşem bir "adamlık" dersi vermesini sağlamaktı...
Bu yüzden Latif Abi'ye "Her şeyi bırak, git bir kıyı kasabasına yerleş" dedim...
"Latif Abi", beni anladı anlamasına ama maalesef yanlış anladı...
Gidip bir kıyı kasabasına yerleşip makam mevkii peşinde koşanlara "nanik" yapmak yerine, tuttu "AKP'yi ancak ben durdururum" havasına girdi...
Böylece bırakıp giderken pek de halisane niyetler taşımadığını kanıtlamış oldu...
Olay budur...
Ve kayıtlara böyle geçsin lütfen...
Ergenekonculara Silivri kılavuzu
BEN biraz Silivrili sayılırım... 1980'lerin başında ailecek oraya yerleştik, annem-babam hálá orada yaşıyor... Gençlik günlerimin kahrını çok çekmiştir bu şirin Trakya kasabası...
Madem kimilerine göre tarihin en büyük fiyaskosu, kimilerine göre ise tarihin en büyük davası Silivri'de bugün başlıyor... O zaman davayı takip edeceklere bir hizmetimiz olsun, küçük bir "Silivri rehberi" sunalım:
BİR: Sahilde "Şuayip'in çay bahçesi" vardır... Hava güzelse takılın... Çayı enfestir...
İKİ: "Deniz Feneri"nin olumsuz çağrışımlarını bir tarafa bırakmayı becerebilirseniz, sahildeki deniz fenerinin etrafında konuşlanmış "Küpeşte Kafe" vardır... Süper bir yerdir...
ÜÇ: Çarşıda demokratik solcu "Kasap Tahir"den et, Milli Nizam'dan beri Milli Görüşçü "Terzi Recai"den gündeme dair görüş alabilirsiniz...
DÖRT: İlk açıldığında İstanbul'un en kral oteliydi, ancak şimdi biraz bakımsız kaldı... Klassis'in lobisinde pineklemek keyifli olabilir... Deneyin...
BEŞ: Tekirdağ köftesinin en şahanesi Silivri'de yenir... Köftecilerin hepsi iyidir ama sahildeki "Silivri Köfte Sarayı" bir başkadır...
ALTI: Silivri'nin en sosyal adamı Ömer S. Çetin'dir... Size hiçbir karşılık gözetmeden rehberlik yapar... Sorup soruşturun, bulun Ömer'i, rahat edin...