Biliyorsunuz, büyük çoğunluğumuz "ABD'de bazı güçlerin 11 Eylül saldırılarının bir şekilde arkasında, önünde, bir yerinde olduğu"na inandı, inanıyor, düşünüyor, sorguluyor.
Eğer biliyorsa, büyük çoğunluk, Alman parlamentosunu da muhalefeti ezmek için Nazilerin kundaklattığını biliyor.
Sonra kendi meselelerimiz var.
Bunlarda kanaatimiz (tabii bilgimiz) pek o kadar güçlü ve ortak olmuyor.
"6, 7 Eylül olayları"ndaki Selanik provokasyonu...
"1 Mayıs 1977" faciası...
Atatürk Kültür Merkezi'nin yakılması, Maraş ve Çorum katliamlarına yol açılması, Gazi olayları, çok sayıda siyasi cinayet, suikast, kıyım.
Tabii ki "tarih"in dinamikleri ve çelişki, çatışma, mücadeleler; iç ve dış savaşlar, terör, devlet vesaire hep böyle açıklanabilir işler değil.
Hatta, "provokasyon" kesin olsa dahi, üstünde cirit atacağı gerilim ve hakikat zeminine muhtaç. Yani o da her şeyi tek başına açıklamaz.
Lakin, "provokasyon" zaten akmakta olan bir nehre ihtiyaç duysa dahi, yatağını saptırmakta; suyu yatıştıracak, başka türlü enerjiye dönüştürebilecek bir barajı, bir sulama sistemi ihtimalini o an için havaya uçurmakta. Belki çok daha uzun süre için.
Eğer biliyorsa, büyük çoğunluk, Alman parlamentosunu da muhalefeti ezmek için Nazilerin kundaklattığını biliyor.
Sonra kendi meselelerimiz var.
Bunlarda kanaatimiz (tabii bilgimiz) pek o kadar güçlü ve ortak olmuyor.
"6, 7 Eylül olayları"ndaki Selanik provokasyonu...
"1 Mayıs 1977" faciası...
Atatürk Kültür Merkezi'nin yakılması, Maraş ve Çorum katliamlarına yol açılması, Gazi olayları, çok sayıda siyasi cinayet, suikast, kıyım.
Tabii ki "tarih"in dinamikleri ve çelişki, çatışma, mücadeleler; iç ve dış savaşlar, terör, devlet vesaire hep böyle açıklanabilir işler değil.
Hatta, "provokasyon" kesin olsa dahi, üstünde cirit atacağı gerilim ve hakikat zeminine muhtaç. Yani o da her şeyi tek başına açıklamaz.
Lakin, "provokasyon" zaten akmakta olan bir nehre ihtiyaç duysa dahi, yatağını saptırmakta; suyu yatıştıracak, başka türlü enerjiye dönüştürebilecek bir barajı, bir sulama sistemi ihtimalini o an için havaya uçurmakta. Belki çok daha uzun süre için.
Memleketin en kadim, en kanlı yarasına dair akıl ve yürek yoran herkes dün iki söyleşiyi okumalıydı.
Aslında, pek akıl ve yürek yormayıp ezberlere yapışmış herkes de.
Özellikle "Kürtler"; iki "Kürt aydın"ın, iki "Fırat"ın "Fırat'ın ötesi" için dediklerine de kulak vermeliydi.
Biri, Sabah'ta Abdülmelik Fırat'ın Ecevit Kılıç'a dedikleriydi...
Diğeri, Taraf'ta Ümit Fırat'ın Neşe Düzel'e dedikleri.
İlişki
Abdülmelik Fırat ısrarla şunu söylüyordu:
"PKK perde arkasında Jitem'le sarmaş dolaş. Öcalan, derin devlet konseptinin elinde oyuncak. Kürt sorunu PKK dışında çözülmek istenmiyor. PKK, Kürt gençlerini harcayan bir aygıttır. Kürt aydınları, PKK'nın derin devlet ilişkisine sessiz kalmıştır."
Özellikle de, bir olaya ve bunun manasına işaret ediyordu:
"Kürt aydınları öldürüp tasfiye ettiler. Bir kısmını Jitem, bir kısmını PKK. PKK'lılar Öcalan'a tabi olmayanı istemez. Musa Anter dik yapılı bir adamdı. Anter cinayetinde hem Jitem hem PKK var."
İlişkili
Ümit Fırat da, "Birbirini besleyen iki yapı" diyerek, paralel tarih okumasıyla, 1984'te, 12 Eylül ardından "Tam sivilleşme dönemi"nde "PKK saldırılarının başlaması"na;
1993'te, PKK "ateşkes"i sonrası, Özal'ın ardından Demirel ve İnönü de "Terörle mücadele" de farklı politikalara meylettiği sıradaki çok kanlı "PKK saldırısı"na;
Öcalan'ın teslim alındığı, saldırıların uzun süre kesildiği dönemin ardından, AB ile ciddi sürece girildiği 2003'ten itibaren "saldırıların tekrar şiddetlenmesi"ne dikkat çekiyor.
Özellikle de "1993'te, ateşkes ardından, 25 Mayıs'ta (Aslında 24 Mayıs) Bingöl'de tezkereci 33 askerin PKK'lılar tarafından kurşuna dizilmesi."
Ümit Fırat, "Özal ölmüş (17 Nisan), Demirel Cumhurbaşkanı olmuş (16 Mayıs), henüz Çiller seçilmemişti (DYP Kongresi'ni kazanıp başbakan olduğu gün: 13 Haziran). İnönü Başbakan Vekiliydi. İçişleri Bakanı İsmet Sezgin dağdakilere af projesine çalışıyordu. 25 Mayıs günü Demirel Bakanlar Kurulu toplantısına ilk kez cumhurbaşkanı olarak katılacaktı ve o günkü Bakanlar Kurulu gündeminde 'af' vardı."
Hiç unutmayanlar o şehitlerin aileleridir ama muhtemelen çok kişi hatırlamıyordur.
O gün doğup şimdi 15 yaşında olanlar ile o gün 15'inde olup şimdi 30'unda olanlar hele.
Başbakan Vekili İnönü, 33 erin şehit edilmesi üzerine, MGK ve Bakanlar Kurulu gündemindeki "af kararnamesi"nin ertelendiğini açıkladı.
Ümit Fırat'ın iddialı iddiası şu:
"PKK'li bir time birileri istihbarat verdi. Dezenformasyon yaptı. Gittiler, o askerleri öldürdüler. O günden sonra bir daha öyle bir af projesi gündeme gelmedi. Derin devlet bunu PKK'ya sahte enformasyon vererek yaptırdı. Türkiye bir daha o noktaya gelemedi."
İlişik
Bunlara, "milliyetçi bir duyarlılık"tan gelme, "sorgulayan gazeteci" Avni Özgürel'in, "Öcalan bana, 'PKK meselesini bitirirsem beni bitirirler' demişti" deyişini, bunun "İmralı"dan doğrulanmasını da ekleyin.
Tabii siz yine de inandığınız (inandırıldığınız), bildiğiniz (bilebildiğiniz) şekilde düşünebilirsiniz.
Lakin...
Bir bakmışsınız, "Kasklı sapık, operacı çıktı"!
Aslında, pek akıl ve yürek yormayıp ezberlere yapışmış herkes de.
Özellikle "Kürtler"; iki "Kürt aydın"ın, iki "Fırat"ın "Fırat'ın ötesi" için dediklerine de kulak vermeliydi.
Biri, Sabah'ta Abdülmelik Fırat'ın Ecevit Kılıç'a dedikleriydi...
Diğeri, Taraf'ta Ümit Fırat'ın Neşe Düzel'e dedikleri.
İlişki
Abdülmelik Fırat ısrarla şunu söylüyordu:
"PKK perde arkasında Jitem'le sarmaş dolaş. Öcalan, derin devlet konseptinin elinde oyuncak. Kürt sorunu PKK dışında çözülmek istenmiyor. PKK, Kürt gençlerini harcayan bir aygıttır. Kürt aydınları, PKK'nın derin devlet ilişkisine sessiz kalmıştır."
Özellikle de, bir olaya ve bunun manasına işaret ediyordu:
"Kürt aydınları öldürüp tasfiye ettiler. Bir kısmını Jitem, bir kısmını PKK. PKK'lılar Öcalan'a tabi olmayanı istemez. Musa Anter dik yapılı bir adamdı. Anter cinayetinde hem Jitem hem PKK var."
İlişkili
Ümit Fırat da, "Birbirini besleyen iki yapı" diyerek, paralel tarih okumasıyla, 1984'te, 12 Eylül ardından "Tam sivilleşme dönemi"nde "PKK saldırılarının başlaması"na;
1993'te, PKK "ateşkes"i sonrası, Özal'ın ardından Demirel ve İnönü de "Terörle mücadele" de farklı politikalara meylettiği sıradaki çok kanlı "PKK saldırısı"na;
Öcalan'ın teslim alındığı, saldırıların uzun süre kesildiği dönemin ardından, AB ile ciddi sürece girildiği 2003'ten itibaren "saldırıların tekrar şiddetlenmesi"ne dikkat çekiyor.
Özellikle de "1993'te, ateşkes ardından, 25 Mayıs'ta (Aslında 24 Mayıs) Bingöl'de tezkereci 33 askerin PKK'lılar tarafından kurşuna dizilmesi."
Ümit Fırat, "Özal ölmüş (17 Nisan), Demirel Cumhurbaşkanı olmuş (16 Mayıs), henüz Çiller seçilmemişti (DYP Kongresi'ni kazanıp başbakan olduğu gün: 13 Haziran). İnönü Başbakan Vekiliydi. İçişleri Bakanı İsmet Sezgin dağdakilere af projesine çalışıyordu. 25 Mayıs günü Demirel Bakanlar Kurulu toplantısına ilk kez cumhurbaşkanı olarak katılacaktı ve o günkü Bakanlar Kurulu gündeminde 'af' vardı."
Hiç unutmayanlar o şehitlerin aileleridir ama muhtemelen çok kişi hatırlamıyordur.
O gün doğup şimdi 15 yaşında olanlar ile o gün 15'inde olup şimdi 30'unda olanlar hele.
Başbakan Vekili İnönü, 33 erin şehit edilmesi üzerine, MGK ve Bakanlar Kurulu gündemindeki "af kararnamesi"nin ertelendiğini açıkladı.
Ümit Fırat'ın iddialı iddiası şu:
"PKK'li bir time birileri istihbarat verdi. Dezenformasyon yaptı. Gittiler, o askerleri öldürdüler. O günden sonra bir daha öyle bir af projesi gündeme gelmedi. Derin devlet bunu PKK'ya sahte enformasyon vererek yaptırdı. Türkiye bir daha o noktaya gelemedi."
İlişik
Bunlara, "milliyetçi bir duyarlılık"tan gelme, "sorgulayan gazeteci" Avni Özgürel'in, "Öcalan bana, 'PKK meselesini bitirirsem beni bitirirler' demişti" deyişini, bunun "İmralı"dan doğrulanmasını da ekleyin.
Tabii siz yine de inandığınız (inandırıldığınız), bildiğiniz (bilebildiğiniz) şekilde düşünebilirsiniz.
Lakin...
Bir bakmışsınız, "Kasklı sapık, operacı çıktı"!