Akşam güneşi, Berat’ın sırtındaki kartal yuvasını andıran kalenin surlarına zayıflamaya başlayan ışıklarını yansıtırken şehre giriyoruz. Sağımızda Osum nehri geldiğimiz istikamete doğru nazlı nazlı akıyor. Solumuzda yüz yıllarca şehre korumalık yapmış kale, yukarıdan tüm ihtişamıyla bize bakıyor. Şehir merkezine gelip te yüzümüzü dağın eteğine çevirdiğimizde müthiş bir manzara ile karşılaşıyoruz. İşte tam karşımızda bin pencereli şehir diye anılan muhteşem Beratın bembeyaz evleri duruyor. Adeta rüyada gibiyiz. Zihnim beni bir anda Amasya’ya, Safranbolu’ya, Göynük’e, Beypazarı’na götürüyor. Bu şehirler Anadolu’dan Balkanlara hepsi aynı medeniyetin ürünü diye düşünüyorum.
Otel Mihmandarımız Sezai Bey konaklamayı Mangalem Mahallesinde tarihi bir yapı olan güzel bir otelde ayarladı. Acele ile giriş işlemlerimizi yapıp, adeta valizleri odaya atıp hemen aceleyle dışarıya çıkıyoruz. Kaybedecek zaman yok. Bu rüya şehri akşam güneşiyle yaşamanın hazzını tatmak lazım. Şehir meydanından bin pencereli evlere bakmak gerçek bir haz veriyor hepimize. Balkanların en güzel camilerinden biri olan Berat’lıların Kral Camii dedikleri, II. Beyazıt’ın yaptırdığı camiye geliyoruz. Caminin Hocasıyla karşılaşmamız bir lütuf oluyor. Hoca Efendi hem İmam Hatip Lisesini hem de İlahiyat Fakültesini Türkiye’de okumuş, vazifesinin şuurunda bir görevli. Berat’la ilgili geniş malumat alıyoruz Hoca Efendiden. Berat isminin II.Beyazıt’ın şehri ziyaretinin berat gecesine denk gelmesine bağlıyor. Ayrıca zanaat sahibi dervişleri de Berat’a getirttiğinden ve seyretmeye doyamadığımız Mangalem Mahallesini bu zanaatkâr dervişlerin inşa ettiğinden bahsediyor. Camiden çıkıp Şeyh Hasan Halveti Dergâhına gidiyoruz. Dergâh kapalı ama Hoca Efendi bize misafirperverlik hünerini gösterip içeri buyur ediyor. Dergâhın devran salonundaki duvar süslemeleri ve bakmaya doyamadığımız ahşap tavan süslemeleri son derece cezbedici.
Akşam loşluğunda semah salonunun kenarında bir köşeye büzülüp geçmişin derinliklerine dalıyorum. Halveti Dervişleri ilahiler eşliğinde kendilerinden geçmişler, zikir meclisindeler. Bir yandan neyin ruhu saran sesi, diğer yandan defin kalbe vuran ritmi ilahi hanların güzel sesiyle buluşuyor. “Ya Rabbi aşkın ver bana” namesi kulaklardan gönle akarken tempo hızlanıyor, dervişler sallanırken sanki arş sallanıyor. Devran dönerken zaman, mekân, benlik kayboluyor, Hûû zikri ahşap tavanda yankılandıkça gözlerden süzülen billur damlalar camdan sızan akşam güneşinde nur gibi parlıyor. Salonu huzur kaplıyor, dervişân boynu bükük, gözler nemli Şeyh Efendinin duasıyla aman diliyor Yüceler Yücesinden…
Vakit akşam ezanı vakti. Hemen yanımızdaki Sultan (Kral) Camiine geçiyoruz beraberce. Hoca Efendi mikrofonu bana teklif ediyor ezan için. Kabul etmemek mümkün değil. Yüz yılı aşkın süredir ayrı düştüğümüz, yüreğimde hasretini duyduğum bu topraklarda, bu güzel mekânda gözlerimi yumup ilahi çağrıyı okuyorum. Yüreğim ise kıpır kıpır. İlahi nida Beyaz Berat’ın Bin Penceresinde yankılanırken Osum Nehri boyunca nidâlanıp Evladı Fatiha’ndaki diğer çağrılarla buluşuyor.
Arnavutluk Katoliklerin devamlı ilgisinde olmuş. Kominizim döneminde bile Arnavutluk üzerine radyo yayınlarını hiç kesmemişler. Enver Hoca döneminde fikri ve ruhu iğdiş edilmiş ülke üzerinde son yıllarda çok ciddi Hristiyanlaştırma, Selefileştirme ve Şiileştirme çalışmaları yoğun bir şekilde devam ediyor. Müslümanlar arasında ise yıllardır mezhep tartışmalarının sürmesi ciddi ayrışmalara sebep olmuş.
Ünlü Hadisçi Nasuruddin El Albani’nin Arnavutluklu olması ve tebliği, burada çok yer bulmuş. Değişik camilerde birçok vakit namazlarında, özellikle kırk yaşından küçük nüfusun büyük oranda selefi olması gözlemleniyor. Nitekim ülkedeki birçok cami mimarisinde Arap sitili cami mimarisini görmek mümkün. Ülkedeki bu selefi akım yıllar öncesinde DEAŞ’a çok ciddi katkı sağlamış. Gençler törenlerle uğurlanmış DEAŞ saflarına. Neticede Emperyalist güçlerin hedefleri doğrultusunda nice cevval genç yanlış eğitim, yanlış bilinçlendirme neticesinde heder oldu. Güya İslam Devleti özlemiyle törenlerle uğurlanan bu insanların bir bölümü DEAŞ saflarında öldürüldü, geri dönmek isteyenler de tehlikeli kabul edilerek ülkelerine kabul edilmedi.
Ülke Müslümanlarının bir diğer sıkıntısı da Fetö’nün ülkede çok ciddi örgütlenmiş olması. Müftülük hizmetleri onların elinde. Siyasette, hükümette adamları var. Türkiye’deki yapılanmalarının bir örneğini de Arnavutluk’ta gerçekleştirmişler ve hala yapıları sağlam devam ediyor. Hatta deniyor ki Türkiye’den sonra en güçlü oldukları yer Arnavutluk’tur.
Berat gündüz ayrı güzel, gece ise bambaşka bir güzel. Aydınlatma ışıkları harika Mangelam Mahallesini adeta gerdana işlenmiş bembeyaz inci gibi yansıtarak, bir masal şehir güzelliğine kavuşturmuş. Şehrin en işlek caddesinde arkadaşlarla yürüyüş ayrı bir zevk veriyor bize. Caddede çekirdek satan mı istersin, mısır satan mı istersin, ışıltılı çocuk oyuncakları satan mı istersin ne ararsan var. Sağımızda muhteşem kale, solumuzda aheste akan Osum Nehri manzaranın hazzıyla yedi kemerli Kurt Ahmet Paşa Köprüsüne ulaşıyoruz. Köprü manzaralı fotoğraf çekilmek ise artık vazifemiz oluyor. Öbür kanattan tekrar şehir merkezine doğru yürüyoruz gecenin loş güzelliğinde. Bu sefer asma köprüden geçiyoruz nehri. Bir süre banklara oturup şehri seyretmekten kendimizi alamıyoruz.
Sabahın ilk ışıklarında kale istikametine doğru daracık taş döşeli sokaklardan yukarılara doğru tırmanıyoruz. Çiçeklerle süslenmiş kapı ve pencerelerin önünden sessizce yürüyoruz. Şehri gezmeye gelenler sabahın erken saatinde bu nadide sokakların tadını çıkarırken, evlerini havalandıran yöre halkı, yeni bir güne başlamak üzere gece mahmurluğunu üzerlerinden atmaya çalışıyor.
Otelimize dönerken çat pat Türkçesiyle hoş geldiniz diyen biriyle karşılaşıyoruz. Selam verip biraz konuşmaya çalışırken Alevi - Bektaşi olduğunu söyleme ihtiyacı hissediyor. Arnavutluk’ta öteden beri ciddi bir alevi nüfus var. Bu durumu değerlendiren Emperyalist güçlerin Arnavutluk’ta Vatikan benzeri özerk Alevi Bektaşi devleti kurma girişimleri beraberinde birçok şeyi düşündürüyor. Baba Mondi “ Tanrı hiçbir şeyi yasaklamaz” diyerek bırakın İslami emir ve yasakları, aslında hiçbir dinin kabul edemeyeceği serbestliğe de karşı çıkmış oluyor. Sanki Arnavutluk’ta Alevi nüfusa içki içtikleri, başlarını örtmedikleri, namaz kılmadıkları için bir müdahale varmış gibi, bütün bunların bu özerk ülkede serbest olacağının açılanması son derece komik kaçıyor. Oyun kurucu Emperyalistler Sünni İslam karşıtı cepheyi genişletme hedeflerini adım adım uygulama gayretlerini devam ettiriyor. Anlaşılan o ki biryandan Alevileri İslam dışılığa çıkarmak isterken, diğer yönden Balkanlardaki Bektaşiler üzerinde Türkiye’nin nüfusunu kırmak istiyor. Konuya yabancı olmayanların bileceği üzere Arnavutluk’ta Alevilerin Osmanlı ile çekişmeleri uzun yıllara dayanıyor. Nitekim Osmanlıdan kopmak isteyen Arnavut direnişçilerinin en ciddi destekçileri Alevi tekkeleri olmuş. Eh ne diyelim Osmanlıya karşı savaş verip güya özgürlüğünü kazanan ülke, müstemleke ülkelerin oyuncağı olmaktan dün kurtulamadığı gibi, bugün de hala oyuncak olmaya devam ediyor.
Bizi tarihimizin derinliklerine götüren bu harika şehri istemeyerek arkamızda bırakmanın zamanı geldi. Araçlarımıza binip Berat’ın nefesini duymanın, ruhunu hissetmenin hazzıyla, uzun bir sürüş sonrası kendimizi Ohri Gölünün kenarında buluyoruz. Sabahtan buyana yolculuk ve gezinti hem yordu hem de acıktırdı. Marketten piknik malzemelerimizi alıp göle nazır, karşı kıyıda yükselen Makedonya dağlarını seyrederek, Türk usulü yere bağdaş kurup sofraya kuruluyoruz. Açık hava iştahımıza iştah katıyor.
Bankta oturmuş gölün durgun suyuna bakarken hayallere dalıyorum. Yüreğim karşı kıyı Makedonya’da atıyor. Karşı ülke Yörükler diyarında, bir Yörük köyünde uzun soluklu konaklamayı arzu ediyorum. Ya Nasip…
Sebahattin BİLGİÇ