MAĞLUP KAVİMLER GALİP KAVİMLERİ TAKLİT EDER Mİ ?
Pön Savaşının sonunda ünlü Kartaca generali Hannibal tarafından büyük bir yenilgiye uğratılmış olan Roma İmparatorluğu ordusunun yüzbinlerle ifade edilen cesetlerinden akan kan henüz soğumamıştı ki şehrin kapıları sonuna kadar açıldı.
Roma kapılarının açılmış olması artık yenilginin tam anlamıyla kabul edildiği anlamına geliyordu.
Kartacalı Hannibal, kurmaylarının tüm ısrarlarına rağmen şehre girmeyi reddetti.
Bu kafa karıştırıcı hareketin nedeni bugüne kadar bir çok kişi tarafından tartışılmıştır.
Şüphesiz ki uygulanan bu politikanın en önemli nedeni : Hannibal’ın işgal edeceği ülkenin medeniyetinden kendini daha geri olarak görüyor olmasıydı.
Roma’yı yönetecek yeteneğe ya da donanıma sahip olmadığını düşünüyordu.
Yetersiz bir eğitim almış olan bir adamın dünyanın en iyi eğitiminden geçmiş profesyönellerinden oluşan bir şirketin başına genel müdür olmayı reddetmesi ne kadar doğalsa Hannibal’ın yaptığı bu hareketi( belki de) aynı şekilde kabul etmemiz gerekiyor…
Alpler’i aşıp gelen ve yenilmez olarak görülen bir orduyu yenmeyi başaran, askeri strateji dehası olarak kabul edilen bir komutanın son darbeyi vuracağı anda geri adım atması kendisi ve ordusu açısından sonun başlangıcı oldu.
Roma ordusu sonraki yıllarda toparlandı ve Hannibal’ın ordusunu yenilgiye uğrattı. Hikayenin sonunda ; başka ülke ordularına askeri danışmanlık yapan Hannibal, Anadolu topraklarında Romalı askerlere teslim edileceğini anlayıp intihar ederek hayatına son verdi.
SERMAYE VE İKTİDAR EL Mİ DEĞİŞTİRİYOR ?
Eski “İslamcı” yazarlardan bir tanesi konuk olduğu televizyon programında sermaye ve iktidarın el değiştirmesiyle ilgili olarak şu sözleri sarfediyordu : “Petrol Arabistan’da bedevilerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada bulunmuştur. Bu durum ilerleyen zaman içinde Bedevilerin önce para sahibi olmasına daha sonra da iktidarı ele geçirmeleri sonucunu doğurmuştur. Arap aristokratları ise zaman içinde önce fakirleşmişler daha sonra ise tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir…
Bu sürecin bir benzeri şu anda Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında gerçekleşiyor . “
Sayın yazarın, deveden inip jaguar marka arabaya binen; ara dönem yaşamadığı ve herhangi bir kültürel birikime sahip olmadığı için hoyrat, görgüsüz ve küstah olarak nitelendirilen şımarık bedevi zenginleriyle AK parti yöneticilerini ve bu dönemde zenginleşen “muhafazakarları” aynı çerçevede değerlendiriyor olması oldukça manidar.
Arap toplumuyla ilgili olarak yapmış olduğu sosyolojik “tespitin” doğruluğu bir yana bu “saptamanın” Türkiye için geçerli olup olmadığı konusu oldukça tartışmalı gibi görünüyor.
" İslamcı" yazarın yapmış olduğu tespit; Cumhuriyetin gerçek sahibi olarak kendini gören ve son yıllarda kan kaybeden bir kitlenin bilinçaltına sıkışmış olan düşünce yapısının farklı siyasi görüşe sahip biri tarafından ifade edilmesinden ibaret.
“Dindar” insanların zenginleşmesi ve güç sahibi olmasından kaynaklanan hazımsızlığın günden güne azalmış olduğunu görüyoruz.
"Kaygılı modernleri" yakından tanıyan ağabeyim Orhan Kemal Cengiz’e Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olduğu ilk günlerde; bu konuya nasıl bakılıyor diye sorduğumda genel kanının o makama yakışmadığı şeklinde olduğuydu.
Bu şaşırtıcı bakış açısının nedenini sorduğumda; kaygılı modernler bu olayı; evlerinin bahçesini düzenleyen bahçıvanın ya da ekmek- gazete alan kapıcının binayı yönetmeye yeltenmesi olarak algılıyorlar diye cevaplamıştı. .
Şüphesiz bu bakış açısının en önemli nedeni Sayın Abdullah Gül’ün kaygılı modernlerin ön yargılı zihinlerinde oluşturduğu imaj ve eşinin başörtülü olmasının yarattığı aşağılık duygusu idi. Bu kaygının arka planında ise ülkeyi özellikle batılı ülkelerin önünde iyi temsil edemeyeceği korkusuydu. Zaman içinde tüm bu korkuların yersiz olduğu ortaya çıktı.
Hani eski Türk filmlerinde meşhur bir sahne vardır. Evin hizmetçisi olan ve zengin efendilerine öykünen kız evde bir parti düzenler… Partinin tam ortasında başörtülü annesi gelir, zengin züppelerin alay etmesinden korkan kız utancından avazı çıktığı kadar bağırır:” Burada ne işin var !
Finalde; kahkahalara boğulan zengin züppelerinin karikatürize olmuş görüntüleriyle son bulan bu sahneyi bir çok kez seyretmişsinizdir. Nedense kaygılı modernlerin korkuları bana bir anda bu sahneyi hatırlattı…
Anadili gibi İngilizce bilen, yurtdışında eğitim görmüş olan, batı kültürünü ezbere bilen başbakanların Amerikan başkanlarının yanında nasıl ezilip büzüldüğünü gördüğümüzde hepimizin canı sıkılırdı. Bülen Ecevit’in titreyen görüntüsü ya da Rahmetli Turgut Özal’ın ezik büzük görüntüsünün yanında Barack Obama ile yapmış olduğu görüşmede dimdik duran Tayyip Erdoğan imajı hepimizin yüreğine su serpmişti…
Dış politikadaki yaptığından emin olma tavrı bir çok başarılı eylemle kendini göstermeye devam etti. Başlangıçta dezavantaj olarak görülen yurtdışında eğitim görmemiş olmak ya da batılı bakış açısına sahip olmamanın nasıl zaman içinde avantaja dönüştüğünü hepimizi şaşırarak gördük.
Aslında tüm bu olanların en önemli nedeni: Hepimizin bir şekilde cumhuriyet ideologlarının eseri olan toplumu ve zihinleri tektipleştirmeyi amaçlayan torna tezgahından nasibimizi almış olmamız..
Bir yanda bir Türk Dünyaya bedeldir mantığı diğer yanda ise inanılması güç bir batı hayranlığının ve üstünlüğünün empoze ediliyor olmasının insanda yarattığı paradoksal ruh durumu …. Bu şizofrenik ruh durumu AK parti iktidarına kadar devam etti.
Şimdilerde ise kendini toparlayan ve aşağılık duygusundan yavaş yavaş kurtulan bir Türkiye söz konusu…
twitter: http://twitter.com/emircengiz2