Altı yıl aradan sonra Karadeniz’deyim. Özlemişim doğrusu. Aşağılar mavi, yukarılar yeşil… Gökyüzüne gelince, onun rengi belli değil, olamaz. Bakarsın güneş mavileştirir, bakarsın bulutlar örtmüş yüzünü, bakarsın ağlatır hüzün onu. Onun ağlaması da bir garip. Çoğunlukla göynük göynük ağlar. Bazen kimse umurunda olmaz ve salıverir kendini hıçkırır öylece… Sükûnetine tanık lazım gelir. Kocaman kara parçalarını içindeki insanlarla birlikte alır götürür yağmur sonrası. Dönüp bakar geride bıraktığı perişanlıklara kızıl gözlerle yorgun. Yaşanan şaşkınlıklar birer fıkra oluverir; alay eder Karadenizli onunla, bir yandan da ağlar acı acı.
Hemen söylemeliyim ki Karadeniz; gezmek, hoşça vakit geçirmek, Yaratıcı’ya hayran olmak için emsalsiz. Lakin bir ömrü orada yaşamak, en azından benim için, çok ama çok zor. Denize âşık olur ve daima etrafında dolanıp durursanız fazla sorun yaşamazsınız. Fakat böyle bir durumda da Karadeniz’de yaşamış sayılmazsınız. Çünkü deniz, güzelliğin sadece bir parçasıdır. Yukarılara, yaylalara, çıksanız denizden mahrum kalırsınız. İkisi arasında çekilmez yokuşlar, kıvrım kıvrım sokaklar, sayısız merdivenler bıktırır kendisinden, bezdirir sizi sizden.
Karadeniz, yılların yorgunluğunu alır, karşılığında hayata bir başka zaviyeden bakma ayrıcalığını verir sevenlerine. Orası gezmeye gelenler için şaşkınlıklar, hayranlıklar yeri... Üzerinde ömrünü sürdürenler için, aşığına ıstıraplar çektirmekten haz alan bir maşuka… Burada yaşayan âşıklar daima bir diyalektik içindedir: Gitmek, başka hayatlar sürmek ister, bütün müktesebatına rağmen ayrılmayı göze alır; lakin gitme günü geldiğinde vazgeçer, nedenini bilmeden.
İyi bir hayat bahşetmez Karadeniz, ama salıvermez de.
***
İnsanı sıcak ve samimi…
Sözü fıkra, müziği özgün…
Güftesi olay, bestesi müteharrik, sazı coşkun…
Ah kemençe ah!... Binler içinde sakin bir Karadenizliyi hemen ele veren kemençe!.. Hele teline bir dokunan olsun omuzları oynayıverir Karadenizlinin.
Turşuyu kavurur da yer Karadenizli. Üstüne bir de yumurta kırarsa şaşmamak lazım gelir.
Karalâhanaya âşık, ısırgan otuna bağlı, dıbleden ayrı kalamaz, mısır ekmeği sofrasının daimi üyesi, mütevazı Karadeniz insanı...
Balık ve hamsi… Balık ayrı, hamsi ayrıdır, Karadenizli için. Zira hamsi balık değildir. Balık, cümle cihan halkı tarafından az ya da çok aynı usullerle tüketilir, oysa hamsi Karadeniz’e hastır ve tüketim şekilleri de sadece onlara mahsustur: hamsi pilavı, hamsi turşusu, hamsi tatlısı…
Bakışı farklı, gülüşü başka, buluşları ilginçtir onun. Bir şeye bin kişi baksa Karadenizli hepsinden ayrı görür, söylerken bütün alışılmışlıkları bir kenara bırakır, içinden geldiği gibi söyler.
***
BİR TÜRKÜ - BİR FIKRA
Ben köyümden çıkarken gız bacalar tütmez idi
Issız ıdı Hamsıköy herkes yaylada idi
Hamsıköyde çok garip gız sabah kuşların sesi
Eskisi gibi değil yaylalarun neşesi
Sabah çıkardı maalar* gız peşinde çobanları
Sevdalı olanların yiterdi danaları
Bazan da sığırları gız kuşluk ederdin kuşluk
Ediyuduk sevdacuk ander kalsın çocukluk
Acıkınca helvadan yiyun ekmeğen deduk
Bir zamanlar yaylada biz sürdük saltanatu
Yeni yeni başladım o zaman kemençeye
Ben çalıp söylüyorken o başlardı gülmeye
Öyküsü çok biter mi o güzel yaylalarun
Neler neler anlatur dili olsa dağlarun
Bizim yaylanın yolu sığındaşın dibinden
Geçmezdik karataşın sularını içmeden
Bir tepenin üstüne gız kurulu Kıranoba
Bu dağları yol ettim hey gidi ana baba
Kıranoba bitince son yayla Istavro(mam)ba
Yayların güzeli öyle değil mi ama
Söz-Müzik: SAİT UÇAR
*maalar: İnekler, danalar
DÖRT KİŞİLİK
Temel asansöre binmiş, başlamış beklemeye. Bir süre sonra Tursun binmiş, bakmış Temel bekliyor o da beklemiş, bir kişi daha binmiş ve neden beklediklerini sormuş. Temel hemen cevap vermiş:
- Uşağum görmeymisun ha burda 4 kişiliktir yazayi!