Kapitalizmin bilekliği

xxxx855

Vahşi kapitalizmin insanların bünyelerini dönüştüren, zehirleyen, etkileyen farklı unsurları vardır. Bunlardan belki de en önemlisi toplumu, tüketim toplumu haline dönüştürebilmektir. Tüket, tüket, tüket.... Doymak bilmeyen bir iştihayla tüket. Elinde varolanla yetinme, başkasını satın al. Evinde bulunan koltukları yılda bir kez değiştir. Beyaz eşyalarını teknolojik yenilenmelerine göre anında değiştir. 6 bin devirli çamaşır makinesini, 7 bin devirliye çıkar, yetmez 8 bin, 9 bin devirliye geçiş yap.

Artık, yarınını düşünen, cebindekini plansız programsız, hesapsız kitapsız harcama yapmayan insanlara cimri deniliyor. Dikkatinizi çekiyor mu, ana haber bültenlerine yabancı markaların Türkiye'de açtıkları şubelerde "ucuz" ürün satışı yapıldığı günlerle ilgili haberler yapılıyor. İnsanlar mağazanın önünde kuyruk olmuş durumda... Yüzlerce, binlerce metre uzayan kuyruklarda insanlara muhabirler mikrofon uzatıyorlar. "Günlerdir bu açılışı bekliyordum. Bugün saat kaç olursa olsun, içeriye girmek istiyorum" diyor insanlar. Kuyrukta bulunan insanlara bileklik takıyorlar, hangi saatte içeriye gireceklerini belirliyorlar. İçeriye girenler de, saatlerce alışveriş yapamıyorlar. Yarım saat içinde alacaklarını alıp, dışarıya çıkmak zorundalar. Aslında o alışveriş mağazasına girmek için kendisini paralayanların bileklerine takılanlar, kapitalizmin bilekliğinden başka bir şey değil. Kapitalizm bizleri esir alıyor, tüketim hırsıyla, tüketim kültürüyle zihinlerimizi esir alıyor. Harcamaya şartlanmış durumdayız. Nerede kanaat? Nerede kanaat kültürü? Nerede diğergamlık? Nerede tevazu?

İki cihan serveri Hz. Muhammed (sav) Efendimiz, ne buyuruyor: Kanaat eden aziz olur, hırslı olan da zelil olur. İnsanların tüketim kültürünü törpülemek, alışveriş hırsını körüklemek için reklamlar sürekli zihinlerimizin içine çakılıyor. "Bunu alın, şunu alın"... "En iyisi biziz"...

Bir televizyon reklamı var... Dört tane çocuk bir duvarın üzerinde oturmuş, babalarıyla ilgili bir şeyler söylüyorlar, babalarını övüyorlar. "Benim babam şöyle, benim babam şöyle" diye... En son sözü alan çocuk, arabasıyla kendisini almaya gelen babasına doğru bakarak, "Benim babam Toyota gibi adam" deyiveriyor. Bu mudur yani? Ne günlere kaldık ey gazi hünkar. Reklamlarda çocuklar artık babalarını otomobil markalarıyla özdeşleştirir bir hale gelmiş durumda. Babasının hangi özelliği varmış acaba? Beş ileri iki geri vitesi mi varmış? Yol tutuşu mu iyiymiş? ABS'si mi varmış? İnsanlara tüketim hırsını aşılamak için artık ne yapacaklarını şaşırdılar.

Önceki gün TV 8 ekranlarında Bahar Feyzan'la 50 Dakika programında TESK Başkanı Bendevi Palandöken'i izledim. Konu, Kredi Kartlarına af gelip gelmeyeceği, nasıl geleceği konusuydu. Kredi kartlarına af gelse ne olur, gelmese ne olur? Kredi kartı, insanların eline tutuşturulmuş, tetikleri her an düşme aşamasında olan bir silah gibidir. Kredi kartları, tüketim kültürü, harcama kültürü olmayan bu insanların eline tutuşturulmuş pimi çekilmiş bir bomba gibidir. Kredi kartlarına af getirseniz ne olacak? Bir sonraki aşamada yine binlerce insan, aynı dertten mahkemelerle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Çünkü, asgari ücretten başka hiçbir geliri olmayan, normal şartlar altında ay başını zor getiren insanlara, limitleri 3 bin-5 bin olan kredi kartları dağıtırsanız, bu insanların geleceklerini baştan ipotek altına almış olursunuz.

Cebindekini harcamayı bilmeyen insanlar, hiç ödemeyeceklerini zannettikleri kredi kartıyla bol keseden hovardalık yaparlar ve ortaya doğal olarak aile faciaları çıkar.

Kredi kartlarına af çıkarılacağına, bu toplumun gelir düzeyini yükseltmek ve harcama kültürünü geliştirmek için çalışma yapılmalı. Öyle değil mi?