Kapitalistleşen Camilerimiz
Her zaman demişimdir İstanbul’un sur içi bir başkadır diye.
Sur içine girdiğin an havası bir başka oluyor İstanbul’un.
Hem mimarisi hem de kültürü bir farklı oluyor.
Osmanlı’dan kalan tüm yapıtlar İstanbul’un sur içinin her tarafını kuşatmış adeta…
Camiler olsun, hamamlar olsun, mezarlıklar olsun, taş binalar olsun İstanbul’a nokta nokta tarih yazdırıyor.
Hele ki Osmanlı camilerinde yapılan ibadetler insanın ruh halini değiştiriyor.
Ben Osmanlı camilerinde kıldığım namazların tadını yeni camilerde pek bulamıyorum.
Osmanlı camilerine girerken kendinizi uhrevi bir havada buluyorsunuz.
En başta Osmanlı camilerinin avlusundan girdiğiniz zaman hemen bir mezarlık karşınıza çıkıyor.
Mezarlığı görünce hemen kendinizi uhrevi duygulara kaptırıyorsunuz.
Dünya artık yok oluyor gözünüzde.
Mezarlıkları ziyaret ederken sanki dünyadan elinizi eteğinizi çekiyor ve ölümü hatırlıyorsunuz.
Zaten Osmanlı’nın mezarlıklarla çevrili avluları insanın ruhunu dizginliyor ve müthiş bir huzur hissediyorsunuz içinizde.
Camiye girip cemaatin içerisinde benliğinizi yitirerek namaz kıldığınızda bir başka oluyorsunuz.
Sanki inzivaya çekilmişsiniz, dünyalıkları bir an olsun elinizin tersiyle atmışsınız.
O atmosferde kıldığınız namazla ruhunuz tertemiz oluyor.
Çünkü atalarımız insanların dünyalıktan soyutlanarak Rabbi ile başbaşa kalması için her şeyi yapmışlar.
Çünkü Osmanlı eserlerinde estetik kaygı her zaman önplandadır.
En ince ayrıntıları bile göz ardı etmemişlerdir.
Her şey ölçülüdür tüm yapıtlarda.
Pencerelerin sayısı, basamakların sayısı ve kubbelerin sayısı hepsi bir ölçüdedir.
…
Şimdiki camilerle Osmanlı camilerini kıyas ettiğimizde uçuk farklar çıkıyor ortaya.
Yeni yapılan camilerin bir kısmında ölümü hatırlatacak izler, Osmanlı eserlerine göre çok zayıf.
Bilakis dünyalığı hatırlatacak nice emareler var.
En başta günümüz camilerinin hemen altında koca koca süper marketler var.
Ya da düğün salonları. İbadethanenin ruhuna uyuyor mu?
Katiyen uymuyor.
Bir taraftan alışverişin telaşı olan yerler, bir taraftan da Rabbi ile başbaşa olmanın telaşı.
Birbirine zıt işler bunlar.
Günümüzde Osmanlı eserlerine benzetilmeye çalışılarak yapılan camilerin bazısında belli bir ölçü bulamazsınız.
Onların bir kısmı plansız ve estetikten yoksun yapılar.
Kubbelerdeki pencereler ölçüsüz, kubbenin direklerin birbiriyle olan ölçülerinde ince hesaplar yapılmamış.
Bu kadar estetikten uzak yapıtlarda, mesela doğru dürüst bir ses düzeni mevcut değildir.
Sonuna kadar açılan hoparlörden çıkan kuvvetli sesler insanın kulaklarını ziyadesiyle rahatsız ediyorlar.
..
Neden bu kadar estetikten uzak kaldık?
Hep çakma Osmanlı mimarisi mi yapmak zorundayız?
Aslında bunun tek çözümü Diyanet’in elinde.
Farklı projeler hazırlatarak göze hoş olan camiler ortaya çıkabilir.
Teknolojiden faydalanarak göze hoş gelen ışıklandırmalar yapılarak, ses düzenini en hassas şekilde ayarlanarak daha farklı ve daha aktif camiler yapılamaz mı?
Altlarında süper marketlerinin, düğün salonlarının yerine okuma salonları, kongre salonları vs. gibi yerlerin olduğu daha fazla sosyal aktivitelerin yapılabileceği yerler her hâlükârda düzenlenebilir.
Asrısaadette yapılan mescidlerin en baştaki amacı ibadet, irşad ve eğitimdi.
İbadet, irşad ve eğitim.
Hepsi uhrevi amaçlar.
Asrısaadetteki maneviyatın en güzel örneklerini atalarımız yaptıkları camilerde göstermişken biz bunların tam zıddını yaparak Müslümanları ibadeti sadece günlük bir meşgale gibi algılamaya çalışılması hiç de hoş olmayan bir durum.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın derhal camileri ele almaları ve camileri aslına döndürmeleri gerekmektedir.
Bu Diyanet’in asli görevi olmalıdır.
Camiler aslından uzaklaştırılır, Müslümanlara gerekli irşad ve eğitim vazifeleri öğretilmezse, bu toplum İslam’ı ne kadar yaşayabilir ki?
Onun için yeni Diyanet İşleri Başkan’ın en başta bu konuya el atması kaçınılmazdır.