Kapatılmazsa 'laik-ruhlar' komaya girer

xxx654
Anayasa Mahkemesi'nin 28 Temmuz günü başlayacak süreç sonucunda AKP için vereceği karar, herkesi etkileyecek.
Kimi sevinecek, kimi üzülecek. Kimi aynen devam edecek, kimi tavır değiştirecek.
Mesela 'Ergenekon dostu' medya, AKP'nin kapatılmasını istiyor.
Çünkü iktidar partisinin kapatılması ve bazı yöneticilerine siyasi yasak gelmesi, belirsiz bir ortam yaratacak.
Her kafadan bir ses çıkacak. Yeni partiler için düğmelere basılacak.
Bu da onlar için bulunmaz fırsat: Ergenekon'a değinmeden, sadece flaş siyasi haberlerle yollarına devam edebilecekler. Halbuki şimdi, Ergenekon'dan söz etmemek için genellikle mıgır haberlerle günü geçiriyorlar.
Ayrıca AKP'nin kapatılması, Ergenekon davasının arkasındaki siyasi iradeyi zayıflatacak. Bu da tabii Ergenekon dostlarının işine gelecek. Rahatlayacaklar.
Partinin kapatılmaması ise bazı kesimleri adeta şoka sokacak. Şöyle düşünecekler:
"Cumhuriyet mitingleri bir işe yaramadı seçimi kaybettik, Cumhurbaşkanlığını kaybettik, referandumu kaybettik, AKP'nin hâlâ açık olması yetmiyormuş gibi, Ergenekoncu dostlarımızın davası da sürüyor."
Hangi toplumsal grup bu kadar kısa bir süre içinde alınan bu kadar çok yenilgiyi kabullenebilir? Hakikaten de tahammülü zor bir durum bu.
Bu kitleyi tatmin edecek tek karar, partinin kapatılması ve yöneticilere siyaset yasağı gelmesidir.
Son bir buçuk yıldır yaşadıkları ağır yenilgi hissini başka türlü üzerlerinden atamazlar.
AKP kapatılmazsa laikçi arkadaşlar komaya girebilir.

Hazine yardımının kesilmesi gibi bir 'gri' karar ise kimseyi tatmin etmez.
AKP'ye bel bağlamış kesimler " Hiç olmazsa kapatılmadı " diye sevinebilir elbette.
Ama kamuoyunda tam bir zihin karışıklığı çıkacak ortaya: Yani bu parti " laikliğe aykırı eylemlerin " odağı mı, değil mi?
Bazıları, " Neticede ceza aldığına göre, belli ki odakmış " diyecek.
Diğer kesim şöyle bir değerlendirme yapacak: " Gerçekten odak olsaydı kapatılırdı; belli ki üç beş kişinin hatası. "
Ekonomik ceza, bugüne dek yapılan türden laiklik tartışmalarının devam etmesine yol açacaktır.
Anayasa Mahkemesi ne derse desin, bu bir " siyasi karar " olarak algılanacak.
Yani hukuka, yasalara, akla ve mantığı uygun, tamamen nesnel ve tarafsız bir karar olarak görülmeyecek.
Sayısı kaç olursa olsun, o kararın alınmasını sağlayan üyelerin "siyasi görüşünün" hukuka damgasını vurması olarak kabul edilecek.
Parti kapatılsa da bu gerçek değişmeyecek, yoluna devam etse de.
Aynı " 367 " ya da " 10'uncu ve 42 "nci madde değişikliklerini yok sayma kararlarındaki gibi: O kararlar nasıl nesnellik ve tarafsızlıktan uzak, düpedüz siyasi birer karar idiyse, bu kez de aynısı olacak.
Bu süreçten çıkan derslerden biri şudur:
Meclis'in " yasama " yetkisine müdahale eden, demokrasinin derinleşmesinden yana nadiren tavır alan, " tarafsız " olamayan, kendine yasalarda yazmayan yetkiler atfetmekle kalmayıp " kuvvetler ayrılığı " ilkesini de hiçe sayan bu organın yeni bir yapıya kavuşturulması şart.
Aksi halde sorun üretmeye, enerji israfına, zihinleri kirletmeye devam eder ki böyle bir lüksümüzün olduğunu sanmıyorum.
Not: Mehmet Ali Kışlalı için " orduyu en iyi tanıyan gazeteci, diye bilinir", demiştim ya... Dünkü haber ve yorumlara baktım da, birçok meslektaş " orduya en yakın gazeteci " tabirini tercih etmiş.
Doğrusu da o tabii: "Tanışıyor" elbette ama "tanımıyor".
İngilizcesiyle " embedded " vaziyette, yani serbest çeviriyle "aynı yatakta"!