Geçenlerde muayenehaneme yıllardır görüşemediğimiz bir kardeşim geldi. Meğer, on sekiz yıldır ailesi ile birlikte Kanada’da yaşıyormuş.
Biraz geçmiş yıllardan konuştuk, on iki Eylül öncesi hatıraları ortaya döktük vs. derken, konu TC’nin kuruluşundan bu yana Müslüman’ların, eğitim ve diğer sahalarda çektikleri eziyet ve cefalar gündeme geldi. O konuyu da iç burukluğu ile yâd ettikten sonra;
-Kardeş, siz Kanada gibi gavur bir ülkede ne yapıyorsunuz, çocuklarınızı, özellikle de kız çocuklarınızı eve mi kapatıyorsunuz? O çocuklar etraftaki emsallerini görerek bunalıma girmiyorlar mı? Hem dünyevi hem de uhrevi bilgileri bu yavrular nereden öğreniyorlar? İş ve aş uğruna, o yaramaz ülkelerde siz de dahil bütün aile fertleriniz dininizden, dolayısıyla ahıretinizden fedakârlık yapmış olmuyor musunuz? Hiç olmazsa, bizde yasaları hazırlayan lâikler, çocuklarımızın on iki yaşına kadar yaz kurslarına camilere gitmesine müsaade etmiyorlarsa da, kendilerinin de Müslüman olduklarını söyleyerek, bize bazı meselelerde acıyorlar ve on iki yaş sonrasını birazcık da olsa bize bırakıyorlar. Dedim.
İyi ki demişim.
-“Abdülkerim kardeş, ben de senin gibi bu ülkede doğdum, 39 yaşıma kadar da bu ülkede yaşadım. Öncelikle şunu söyleyeyim ki, din hürriyeti bakımından Türkiye ile Kanada’yı mukayese etmek mümkün değil. Biz orada gerçekten cennetteyiz kardeş. Sana bir misal anlatayım da burasıyla orasını mukayese etmek mümkün mü, değil mi ona siz karar verin.
Ben işim gereği Ottava (başşehir) şehrinde oturuyorum. Orada değişik ülkelerden gelen Müslümanlar olarak ciddi bir potansiyelimiz var. Bir araya gelerek bir dernek kurduk ve bu potansiyeli, bu gücü değerlendirelim dedik. Arkasından çocuklarımız için büyükçe bir arsa satın alıp, ilköğretim ve ortaöğretim için üç binadan oluşan okul yaptık. Çocuklarımız okula başlayacaklardı ama bizim de maddi gücümüz artık iyice zorlanmaya başladı. Geriye, Ottava’nın değişik semtlerinden bu çocukları okula getirecek servisler ve öğle vakti o yavrulara yemek verilmesi kalıyordu.
Bir grup arkadaşla randevu alarak belediye başkanına gittik ve durumu anlattık.
Bakınız Ottava belediye başkanı bizi nasıl karşıladı ve neler söyledi. Biz bu sözleri T.C. deki bir belediye başkanından beklerdik. Onlarca yıl geçmiş T.C. kurulalı ve bu tür bir yaklaşımı görmeyi o kadar arzu ettik ama görmedik maalesef.
-“Demek okul binasını bile yaptınız, daha önceden görüşmüş olsaydık binayı da biz yapardık. Şu anda sizin neye ihtiyacınız varsa yazarak bana verin” dedi.
Biz de daha evvel hazırladığımız listeyi kendisine uzattık. Listeye şöyle bir göz attı; - “Öğretmen maaşlarını yazmamışınız” dedi. Kendisi onu da ilave etti.
Tam on gün içinde, ihtiyacımız olan 17 adet servis şoförleriyle birlikte emrimize hazırdı. Hem de kızlarımız için ayrı ve perdeli servisler istemiştik, aynen öyleydi. Ayrıca, öğle arasında 420 öğrencimize verilen yemek menüsünde dört çeşit vardı.
Okulda kız çocuklarımız ayrı, erkek çocuklarımız ayrı bloklarda idi, binaları yaparken öyle planlamıştık. Yan yanalardı ama, arada yüksekçe bir duvar vardı. Bahçeleri bile ayrıydı.”
Evet, arkadaşım bunun gibi daha neler anlatmadı ki. Bir kanada vatandaşının ne haklara sahip olduğunu öğrendikçe; - “bu söylediklerin doğru mu?” diye şaşkınlığımı gizleyemedim. Doğrusu ben de hayretler içinde kalmıştım, ne söyleyeceğimi bilemedim.
Halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olan TC. deki anlayışla mukayese edebilir miyiz Allah (c.c.) aşkına? Bizim bir belediye başkanımız böyle bir şeye cüret etse, belki de müebbet hapse kadar yolu vardır.
Dt. Abdülkerim Karaağaç akerimdis@gmail.com