Şüphesiz fiziksel varlık olarak doğası itibariyle insanın ihtiyaçları benzerdir. Yeme-içme, barınma, giyinme… gibi... Kanaat-tevekkül bu ihtiyaçların dozu ile ilgilidir. Nitekim dozu kaçırılan her şey de zararlıdır.
Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde ise insana dair asıl ihtiyaç fizyolojik (fizik) olan değil, metafizik olandır. Bunun anlamı asıl beslenmesi gerekenin beden değil ruh olduğudur. Bu anlamda biriktirmek fizik yönüyle, paylaşmak metafizik yönüyle öne çıkar. Söz gelimi metafizik bir kavram olan ‘bereket’ matematiğin-iktisadın açıklayabildiği bir kavram değildir. İslam insanı sayısal olarak tanımlamaz çünkü... Dolayısıyla zenginliği sadece milli gelir artışıyla tanımlamadığı gibi asıl olan da kişisel gelir yüksekliğine endekslenmiş refah değil felahtır. Felah refahtan farklı olarak üretim yanında paylaşımı da gerektirmektedir zira...
Felah bir yandan paylaşımı, bir yandan da kanaat ve tevekkülü gerektirir. Nitekim birçoğumuz asgari geçim standardının üzerinde gelire sahip… Bu yüzden standart bir evimiz ya da arabamız varsa sürekli modelini yükseltmek ya da yenilerine sahip olmaya çalışmak yerine; gelirimizin bir kısmını "düzenli olarak" paylaşıma açabiliriz mesela...
Dünyadaki onca mazlum insan ve müslüman ağır şartlar altında hayatta kalma mücadelesi verirken, sürekli daha pahalı ve lüksünü edinme çabasında olmanın ağır sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Hatta bir adım daha ileri giderek her altı ayda bir umreye gitmenin de doğru olduğu kanaatinde değilim. Bu bağlamda şu ayeti de hatırlatalım; “(….) Sana ‘Allah yolunda neyi harcayacaklarını’ sorarlar. De ki: “İhtiyacınızdan artanını (verin).” (2/219).
İslam çalışmayı da ibadet düşüncesiyle yapıldığında makbul sayar. Zira İslam toplumunun düşmanları karşısında güçlü olması çalışmasına ve üretmesine bağlıdır ve bu İslam toplumuna farz-ı kifayedir. Sünnetullah’ın bir gereği olarak da "İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır" (53/39).
Kanaatkâr olmak güzel ve en büyük zenginliktir elbette… Zira kanaatkarlık harcama ayağını disipline eder. Kanaatteki ölçü paylaşabilmektir. Zira kapitalist insan kanaati zenginlik olarak kabul etmediği gibi, kişiyi kendi rızasıyla paylaşıma yönlendiren pek az neden vardır.
Bu tür davranışların insanları asalaklaştıracağı düşünülebilir. Böyle bir durum elbette İslam’ın tanımladığı insan modeli için söz konusu olamaz. Zira veren elin alan elden üstün olarak tanımlayan İslam; kanaat, paylaşım, sadaka, tevekkül, sabır, utanma… gibi karşılığı kapitalist ve seküler sistemlerde yer almayan müesseseleri de bünyesinde barındırmaktadır.
Para ya da mal; biriktirmek için değil, ihtiyaç gidermek içindir. Zira para amaç değil araçtır. Düşünsenize; etrafınızda aç açık insanlar var ve siz biriktirdiğiniz para ve mallarla koyun koyuna yatıyorsunuz... Ya da hasta bir yakınınız var ama siz o hasta yakınınızla ilgilenmek yerine yığdığınız paracıkları rüyalarınızda görmekle meşgulsünüz. Veya millete-ümmete faydası olacak bir yakınınız var ama çocuklarını okutmakta güçlük çekiyor, sizin paranız da öylece bir kenarda duruyor. Paranız var; komşunuz hasta ama siz onu tanımıyor bir günden bir güne kapısını bile çalmıyorsunuz.
Elbette bütün bunları sadece vicdanınızla harekete geçiremezsiniz. Zira insan fıtri olarak para, dolayısıyla da güce meyillidir. Bu negatif eğilimin disipline edilmesi içsel dürtüyü gerektirir. Her insanda fıtraten de varolan vicdanın içsel dürtü olması sınırlıdır. İçsel dürtüyü harekete geçirecek asıl hissiyat itikad ve bu itikada dayalı tevekküldür. Tevekkül… Yani işler için her şeyin sahibi olan Allah’ı vekil kabul etmek… Dolayısıyla teslim olmak…
Seküler düşünce dünyasından beslenen bir kimsenin böyle bir şeyi gündemine alması beklenmez elbette... Çünkü seküler hayat felsefesi ve onun ekonomik ayağı olan kapitalizm, hayatı anlama bakımından fevkalade büyük bir yanılgı içerisindedir ve her şeyin sahtesine taliptir:
-Ahiret gibi bir hakikat varken, dünya gibi sahtesini taliptir mesela...
-Paylaşmanın verdiği huzur varken, biriktirme gibi bir nefes sonrası hiçbir işine yaramayacak, üstelik kendisine cehennem kütüğü olacak paraya-mala taliptir sürekli…
-Her şeye kefil olan mülkün sahibine teslim olmak yerine, rızık ve gelecek endişesi içerisindedir. Bu yüzden sürekli biriktirme ve sahip olma çabası içerisindedir.
Seküler hayat felsefesi beş duyunun ötesine geçemediğinden bütün bunları kavraması da söz konusu olamamaktadır. Sorun biraz bakışımızın kapitalist olmasından, o kültürün içerisinde yetişmemizden kaynaklanıyor. Oysa kişisel olarak ‘rızık’ merkezli hayat felsefemiz olsa cevabı da referans kaynaklarda var; “Eğer siz Allah'a hakkı ile tevekkül etseniz kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar aç gider, tok dönerler” (H. Şerif).
Kanaat biraz kişiseldir zaten... Yani başkalarının ya da toplumun ihtiyacına dönük... Kanaat yoksa hırs vardır, ihtiras vardır bir başka deyişle… Hırs ve ihtirasın sağladığı mutluluk da yukarıdakiler gibi sahtedir. Her ikisi de maddenin ötesine geçemediğinden de talip olanların kapkaranlık bir dünyası vardır. (devamı var).