Kan Milliyetçiliği ne menem şeymiş de haberimiz yokmuş!
Sosyal paylaşım sitelerinde geziniyorum, tabi tartışmaların ve yorumların ölçüsü yok, her kes söylüyor içindekileri.
Derin ve felsefi olduğu kadar düzeysiz ve sloganik tavırlarla karşılaşıyorsunuz.
Bazen öyle yorumlar okuyorsunuz ki aklınız havsalanız almıyor.
Kan milliyetçiliğinin bu derece de etkili olabileceğini hiç düşünememiştim doğrusu.
Etnik kimliğini kutsayarak “Türklüğüne” yemin edenden tutunda kendi ırkı dışındakileri en aşağılık yaratıkların bile altında tutabilen bir anlayıştan bahsediyorum.
Bizim coğrafyanın dışında geliştirilen ve tarihsel kültürümüz içerisinde yeri olmayan ideolojik saplantıların insanlar üzerinde neden bu kadar etkili olduğunu birilerinin ciddi bir şekilde araştırması gerekiyor.
Nihayetinde hangi ideoloji olursa olsun ancak karşıtlığıyla var olabiliyor. Yani birincil şart “öteki”nin ‘kendinden olmayanın’ var olması. Ve en tehlikeli ideoloji etnik kimlikler üstüne bina edilen “kan milliyetçiliği”
İdeolojilerin dünyayı kasıp kavurduğu 19. ve 20. Yüzyıllarda insanlığın yerlerde süründüğünü, çok kültürlü yaşamın kan birlikteliğine indirildiğini; hatta kabile savaşlarının bile yakın tarihte nelere mal olduğunu bilmek için süper bir zekâya sahip olmak gerekmiyor.
Ama gelin görün ki eğitim sistemimiz, mevcut yasalarımız ve ulus devlet zihniyetinin geliştirdiği düşünsel algı kan milliyetçiliğini normalleştiren “damarlarındaki asil kanı” kutsayan bir seyir izliyor.
İnsanlığa sunacağı barış ve hoşgörü duygularını körelterek “varlığını” sadece “etnik kimliğine” “armağan” edecek şekilde masum çocukların zihinsel kodlarıyla oynanıyor.
Kan milliyetçiliğinin sürdürülebilmesinin öncül koşulu “düşman” üretmeyi gerektirir ki, düşman olmazsa kan milliyetliği de anlamsızlaşır. O sebepledir ki düşman hep yakında olmalı. Yoksa üretilmeli.
Nihayetinde kan milliyetçiliği kendi karşıtlığını da üretiyor. Kendince meşru olan bir diğeri içinde meşru hale geliyor.
İşte yüz yıllık tarihimiz ve üretilen düşmanlar ve tüm bu yaşananlara rağmen bir türlü huzur bulamayan kan milliyetçileri.
Her nerede “kan milliyetçiliği” varsa orada barış ve kardeşlikten bahsetmek saflıktan da öte bir şey olur.
Ülkesini ve etnik kimliğini sevmek ama kutsamamak ne kadar olumlandırılacak insani bir özellikse; insanlık adına barış ve huzur dilemek de en az onun kadar olumlandırılması gereken kutsal bir duygu olmalı.
Meşrulaştırılan kan milliyetçiliğinin bu ülkeye verdiği tahribatı anlatmak bu sayfalara sığmaz; ama ETÖ gibi davaların iddianamelerinden ve yargılamalardan da anlaşılıyor ki sadece terörle mücadele için özellikle 90’lı yıllarda doğu ve güneydoğuya giden bazı güvenlik elemanları halkı ve teröristi ayırt etmeden; sanki ayrı bir coğrafya da hiç tanımadıkları ve ayrı bir halkla mücadele etmiş. Nede olsa oranın halkı “asil kan’ın” dairesine girmiyordu birilerince.
Oysa bin yıllık birlikteliği olan, acı tatlı bin bir türlü badireyi birlikte atlatmış ve tarihin en kritik dönemlerinde omuz omuza mücadele ettiği doğu ve güneydoğu halkını tümden Terörist zanneden, faili meçhulleri kutsayan ve hukuksuzluğu bile normalleştiren bu sürecin derin izleri bugün bile silinemiyor.
Allahtan yakın gelecekte ki idareciler bunu fark ettiler de hukuk devreye girdi ve hukuksuzluk artık sorgulanmaya başladı.