Kan kokusu

xxx654
Fıkrayı bilirsiniz: Gazeteci, süper zengin bir adamla röportaja gider. Herkesin merak ettiği şeyi sorar: " Nasıl zengin oldunuz? "
Adam anlatmaya başlar: "Çok fakirdim. Bir gün yolda bir lira buldum. Onunla aldığım limonları pazarda bir buçuğa sattı. O parayla elma aldım. Yine pazarda sattım. Artık iki liram vardı."
Böyle devam eder. Hikâye artık sıkıcı bir hale gelmiştir. Alıp satarak ancak 1000 lira ciroya ulaşabilmiştir çünkü.
Adamın bir an duraksamasından yararlanan gazeteci araya girer: "Sonra ne oldu, efendim?" " Sonra " der adam, " zengin amcam, mirasını bana bıraktı."
Bu eski fıkrayı Aydın Doğan'a uygulayabilirsiniz. Hikâyenin sıkıcı hale geldiği bir anda Milliyet'i, ardından da Hürriyet'i satın aldı. Ardından TV'ler geldi.
Elindeki büyük medya gücünü, üstün ticari zekâsının hizmetine sundu.
Üretimin yavaş yavaş gözden düştüğü, buna karşılık hizmet sektörünün ve medyanın yükseldiği çağımızda, alıp satmaya devam etti.
Medya gücü, bir malı uygun fiyata almasına ya da aldığı malın değerinin, durduğu yerde zıplamasına yarıyordu.
Hilton meselesinin ardında da işte böyle bir mekanizma yatıyor: Araziyi satın aldığındaki imar izni ile şimdi talep ettiği imar izni arasında ciddi fark var. ( Dört kat! )
Bu işlerde mekanizma şöyle işler: 1) Medya sahibi siyasetçiye destek verir. 2) Medya sahibi, kendisine rant kapısına açmayan siyasetçiyi yerden yere vurur.
"Destek verme" işi kolaydır: Siyasetçi ile röportaj yapılır, ağzından çıkan herhangi bir laf, büyük bir hikmetmiş gibi sunulur. Aynı anda rakiplerine karşı, hiç bahsetmemekten, çamur atmaya kadar çeşitli numaralar uygulanır.
"Köstek olma" ise işi biraz daha karmaşıktır: Hiç görmemek bir işe yaramaz. Siyasetçinin canını acıtmak gerekir ki "etme eyleme" deyip taviz versin.
Bunun için önce bir " dosyanın " çıkması beklenir. "Dosya" elbette " gelir gelmez " değil, " en çok ses getireceği zamanda " halka sunulur.
Almanya'daki ' Deniz Feneri' davası işte bunun örneği. Deniz Feneri yöneticileri gerçekten suç işledi mi? Göreceğiz.
Akçeli işlerin dini imanı olmaz, kimse için kafadan "yapmaz" denilemez.
Ama fark etmez! Medya patronu olayı, evirip çevirip hedefine aldığı siyasetçiye bağlar. Siyasetçi de çivili sandalyeye oturmuş gibi zıplar.
İşte Başbakan'ın çok kızmasının sebebi bu: Karşı taraf, " Madem ki bana istediğim imar iznini vermiyorsun, o zaman ben de sana kara çalarım, itibarını lekelerim " diyor.
Tabii mesele sadece Hilton değil; bildiğimiz kadarıyla işin içinde, petrol ve medya sektörüne ilişkin başka izinler de var.
Başta Hürriyet olmak üzere, Aydın Doğan medyası, yalan haberler de yaparak, AKP'nin kapanma davasına destek verdi ve aynı anda Ergenekon soruşturmasını ve iddianamesini hafife aldı.
Önce Ergenekon iddianamesi karşılarına dikilince, ardından da parti kapatılmayınca hüsrana uğradılar.
Ama onlar da, başbakan gibi, " Durmak yok, yola devam " diyor: Yerel seçimlere yaklaşıldıkça, yolsuzluk dosyalarını öne çıkaracaklar.
Bu açıdan elleri güçlü: Çünkü her dönemde olduğu gibi, şimdi de sürüyle yolsuzluk yapılıyor. Köpürt köpürtebildiğin kadar.
Ancak ciddi bir hata yaptılar: Doğrudan Başbakan Erdoğan'ı hedef aldı Aydın Doğan Grubu. Sanki Erdoğan, bizzat suçun içindeymiş gibi gösterildi.
Böylece kılıçlar çekilmiş oldu: Kan kokusunu alıyor musunuz?