Bir buçuk bir aylık aradan sonra yeniden hem Burkina Faso’ya hem de bu sayfalara geri dönebildim. Bana göre zaman hızlı geçti. Çocuklarıma göre çok daha hızlı geçti. İzin süresince hazır olan yazıları bile bitirip buraya gönderme imkânım olmadı.
“Delilik seninki” diye başlamıştı arkadaşım, bu işi ilk duyduğunda... Son günlerde corona nedeniyle evinde karantinada olduğu için vedalaşmak için bile görüşemedik. Rabbim tüm hastalarımıza acil ve hayırlı şifalar versin. Gene aynısını söyler miydi bilemem... Bir sevda diye söz verince bu mümbit topraklara geri döndük. Bunun çok da kolay olmadığını ve olamayacağını bilenler bilir. Ama görevimizin başındayız hamdolsun...
Bu günlerini hastanelerde geçiren ve şifası için dua bekleyen annem, onun sızlanma ve hastalığına sabreden babam, özlemlerini açık dille ifade eden çocuklarım ve onlara hem anne hem de baba olmaya çalışan eşim başta olmak üzere herkesin tadına baktığı bir zorluk var bu işte. Sizlerin duası ile hafifleyecek inşallah...
Ancak buraya gelince kendimi evime gelmiş olarak hissettim. İşte bu duygu burayı kolay kılıyor. Bu defa boğucu bir sıcak ve nefes almayı zorlaştıran toz karşılamadı beni. Şehrin kendisine has kokusu da yoktu bu sefer... Birazı mevsimin gereğiydi, birazı da benim burnumun alışması sanırım. İnsanı, sokakları, trafiği ve çevresi tanıdık geldi.
Burada yağmur mevsimin en üst düzeyde hissedildiği dönem... İmkân olsa da bir kısmını hem ormanları, hem de yürekleri yanan ülkeme gönderebilsek... Bedenimiz burada olsa da aklımız yanan ormanlarda, yok edilmeye çalışına umutlarda...
Kan donduran bir aile katliamı haberi düşmüştü medyaya... Hem de memleketimden... Orada katledilen sadece bir aile değildi. Bir milletin dayanışması, kardeşliği ve geleceğe ait olan ümitleriydi. Dünyanın hiç adını bilmediğimiz bölgelerine ümit, kardeşlik, dayanışma ve sevgi ekmek için çaba harcarız. İnsanlar görev alır, paralar harcanır... Ama bunu kendi ülkemizde kaybetmek üzereyiz.
Bu kurban bayramında yut dışında toplamda kaç kurban kesildi bunu bilmek zor. Ancak, bunun çok fazla olduğunu biliyorum. Lakin nereyi ve nasıl eksik bıraktık ki ülkemin aynı mahallede yaşayan insanlarında böylesi bir katliam duygusu depreşiyor. En önemli eksiklik de onların gönlünde eksik kalan merhamet duygusu olmalı... Bir kuşun yuvasını bozmamak için yolunu değiştiren Müslüman kimliğinden buraya nasıl ve ne zaman geldik? Bir Konyalı olarak bu işten benim de sorumluluğum vardır diye düşünüyorum. Bu şehrin yöneticileri, amirleri, kanaat önderleri, hocaları, imamları, öğretmenleri... “Neyi eksik bıraktık?” diye bunu aramak ve bulmak zorunda... Aksi halde sonra çok geç kalınmış olacak.
Konya’da kim bilir kaç merkezde ve evde Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamak ve yaşamak için sohbetler yapılır. Belki bu mahallede de yapılmıştır. Tüm bunlara rağmen, Hucurat suresinin 9.10 ayetleri niçin birisini harekete geçirip de bu konuda inisiyatif alamaya yönlendirmedi? “İnsanların arasını bulmayı ve dargınları barıştırmayı namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli bir ibadet olarak niteleyen” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 50) hadisi kim bilir kaç defa okundu. Mahallenin imamı, öğretmeni, ilçenin veya ilin yöneticileri de bunu biliyordu. Olaylar bu safhaya gelmeden önlem almak için bir şey yapmayan ve “bu düşmanlığı onların tercihi(!)” olarak görüp kendi hallerine bırakanlar; sorumluktan kaçamazlar. Düşmanlık ve katliam bir tercih olamaz.
Böylesi acı bir olaydan daha büyük katliam ve iç çatışma çıkarmak için leş kargası gibi işe koşanlar ve açıklamalarıyla ortamı germek için gayret sarf edenlere de “kininizle boğulun” demekten başka çarem yok.
Zira onlar kardeşlik ve ülfeti bilemediler. Bu bilememenin eseri olarak binlerce hektar orman yandı ve insanlarla beraber içindeki her nevi canlı zarar gördü. Ama içleri ürpermedi. Ne insanın ne de diğer canlıların feryat ve acısı içlerinde bir yere dokunmadı. Ateşin içinde kalan bir kediyi kurtaran köpeğin resmini görmüş olmalısınız... Keşke onun merhamet duygusu kadar merhamet olsaydı...
Kalbi olmayana ne denir ki?