28 Ekim 2021 Perşembe günü Kahramanmaraş Kitap Fuarı’nda imza günüm vardı. Bu benim bir fuarda ilk imza günümdü. 3 saat süren aktarmalı bir yolculuğun arkasından sabah saat 9 sıralarında Kahramanmaraşlı Yazarlar Standında bir sandalyeye çöktüm. Fuarın organizesinden sorumlu kişiyi aradım. Az sonra Mehmet diye birinin benimle ilgileneceğini söyledi. Önümdeki masanın yarı yeri boştu. O esnada genç bir hanımın, yanında orta yaşlı bir adamla ayakta durduğunu farkettim. Masanın üzerine bir koli koymuşlardı. Biraz daha bekledikten sonra bana refakat eden kızıma dedim ki:
Biz bir taraftan kitaplarımızı şuraya yerleştirelim, burası boş gözüküyor, olmadı sıkıntı çıkarsa kaldırırız dedim.
Bu esnada karşımda duran genç bayan konuşmaya başladı. Masadaki kitabıma bakarak:
Yazar mısınız dedi.
Bir taraftan kendisi de koliyi açıp kitaplarını çıkarıyordu. Genç bayanla kitaplarımızı yanyana sıraladık. Müsaade isteyip kitabımı incelemeye başladı. Bir taraftan okuyor bir taraftan da çok güzel diye takdir ediyordu. Onun bu cana yakınlığı hoşuma gitmişti.
Biraz sonra bahsedilen kişi gelip adımın yazıldığı kartı bana uzattı. Ona,
Burası boştu biz de kitaplarımızı buraya koyduk, bir mahzuru var mı dedim.
Yok! Yerleştiyseniz sıkıntı yok dedi.
Derin bir nefes aldım. Çok yorulmuştum.
Yanımdaki genç yazar bir şiir kitabı çıkarmıştı. Neden şiir yazdığını ve şiire nasıl başladığını anlattı.
Sağ yanımda üzeri gazeteyle örtülmüş kitaplar vardı. Biraz sonra orta yaşın üstünde kır saçlı bir adam geldi. Meğer o kitapların yazarıymış. Sert ve sinirli bir adama benziyordu. Hızlıca kitaplarını masaya dizdi. Derken üzerinde sarı bir palto olan yaşlı ama zıpkın gibi dinç bir adam sağ yanımdaki adamın yanına gelip oturdu. Sağındaki ve solundaki yazarlarla esprili bir şekilde söyleşiyordu. Neredeyse her önümüzden geçenle merhabalaşıyordu. Hz. Muhammed aleyhisselam’ın veda hutbesinin yazılı bulunduğu küçük kitapçıkları oradaki yazarlara bir çırpıda birer tane veriverdi. Ardından da ekledi:
Bu da benim kitabım dedi. Kitapçığın kapağında Ali Tekin yazıyordu.
Ali Tekin siz misiniz dedim.
Yok hayır dedi. Kitabın sağ alt köşesinde mühürle basılmıs ehukukçu Ali Karapatlak yazıyordu. Hah işte o benim dedi. Ne yazdığımı sordu. Bir taraftan da kitabımı incelemeye başladı. Müsaade isteyip sağ taraftaki sandalyeye oturup kitabı okumaya başladı. Bir taraftan bana sorular soruyordu. Ta ki kitaptaki Prof. Dr. M. Es’ad Coşan ile ilgili yazıyı görünce dili daha da bir çözüldü. Ben de Es’ad hocanın Akra fm den talebesi olduğumu fakat kendilerini hiç görmediğimi söyledim. Es’ad hocaefendiyle ilgili bir sürü şey anlatıyor, bir taraftan da kitabı okumaya devam ediyordu. Tanış çıkmıştık. Es’ad hocadan tanış çıkmıştık. Duygulandı ve:
Yav beni ağlatacan şimdi dedi. Ben de duygulanmıştım. Kendimi gariban hissettiğim bu koca fuarda hocamı tanıyan birileri benimle konuşuyordu. Asıl ağlamaklı olan bendim.
Siz de beni ağlatacaksınız dedim.
Yaşlı ve şakacı adam hemen sağ yanımdaki sert ve ciddi duran yazarı işaret etti ve klasik Maraş şivesiyle:
Aha bu da talebesi dedi.
Adı Mustafa olan yazar Ankara İlahiyattan Es’ad hocaefendinin talebesiymiş. Hocamız onun Osmanlıca dersine girmiş.
Az ötemizde şiir kitapları ve derleme ağıtlar kitabı olan iki kardeş yazar da vardı. O yazarlardan birisi beni Vehbi Vakkasoğlu ile tanıştırdı. Vakkasoğlu, Necip Fazıl’ı hatıralarla anlattığı son kitabını imzaladı. Ben de kendilerine kitabımı imzalarken Es’ad Coşan hocaefendiyi tanıyıp tanımadığını sordum. Vakkasoğlu:
Ooo tanımaz mıyım dedi. Es’ad Efendi’nin çok duasını aldım dedi. Bu arada Vakkasoğlu’nun bu kitabı hürmet ve edeple yazılmış bir kitap. Bunu yazarın kurduğu cümlelerden anladım. Allah razı olsun hepsinden.
Kahramanmaraş Fuar merkezi Kafum’da Maraşlı bir çok yazarla tanıştım. Sanki birer Necip Fazıl gibiydiler.
O gün akşam namazından sonra iki kızım ve ben Osmaniye’ye gitmek için hızlıca otogara geçtik. Saat 8’de Osmaniye otogarından bizi, kendisiyle bir mülakat sınavında tanıştığım Saniye hanım aldı. Saniye hanımla trenle Elazığ yolculuğu yapmıştık. Sınav vesilesiyle Elazığ’da birkaç gün birlikte kalmış, tanışmıştık. Fuara gideceğimi duyunca beni aradı ve Osmaniye’de misafirleri için tahsis edegeldiği apartında bizi misafir etmek istediğini söyledi. Orasını Allah celle ve ala’nın rızası niyetiyle ilim sohbetleri ve misafirhane olarak kulllanıyormuş. Allahım ondan ve onun gibilerden razı olsun.
Ertesi gün saat sabah 9’da Saniye hanım bizi fuar merkezine getirdi. Burada da Osmaniyeli Yazarlar Standındaydık. (OŞYAD) Sağ yanımda babacan kılıklı irice bir adam vardı. Osmaniye’nin eski Milli Eğitim müdürlerindenmiş. İsmi Abdullah idi. Akademik tarzda kitapları vardı. Tıpkı Maraş’taki Mustafa hocanın kitapları gibi değerler eğitimi tarzında kitaplardı. Rehberlik bitiren kızım tıpkı Mustafa hocanın kitapları gibi Abdullah beyin kitaplarından da aldı.
Hemen sol yanımda 40 yaşlarında öğretmen bir yazar vardı. Bir şiir kitabı ve bir roman yazmıştı. Yazmaya başlamasının ilginç bir hikayesi vardı. Onun yanında halen edebiyat öğretmeni olan bir yazar vardı onun da 4 kitabı vardı. Büyük kızım bu yazarın kitaplarından da aldı. İçi dolu kitaplara benziyordu. Henüz okumadık. Onun yanında Osmaniye Kültür ve Turizm müdürünün eşi vardı. İçeriğini sorunca fantastik bir roman, psikolojiniz iyi değilse okumayın diye espri yaptı. Onun yanında da aslen Kadirlili olup Londra’da yaşayan Mansur Işıkbol vardı. Hepsiyle tanışıp birbirimize kitaplarımızı imzaladık.
Osmaniye’deki fuarda kitaplarımızı henüz dizmiştik. Sabah saatleri fuar sakindi. Kitaplarımın önünden bir hanım geçiyordu. Gözünün ucuyla da bizi ve kitaplarımızı süzüyordu. Buyrun bakın dedim. Kitabımı alıp inceledi. Sonra bir şey söylemeden gitmek istedi. Kitabı beğenip beğenmediğini sordum, isterseniz imzalayayım dedim. Kararsız bakışlar savurdu ve:
Hediye ederseniz olur dedi. Ben de yazarım dedi. Öyle mi isminiz nedir dedim. Hilal dedi. Osmaniyeliymiş. Ben biraz Osmaniyeli biraz Maraşlıyım. Biraz da Adanalı. Hemşehrim bir bayan yazarla tanışmaktan mutlu oldum.
Gün bitti akşam oldu. Gene aceleyle evimize dönmek için yola çıktık.