KADININ KURTULUŞU MAHALLE

xxx431

Osmanlı toplumunda her ev, iktisadî faaliyetin gerçekleştiği küçük birimdi. Ekonominin temeli, “hane”üzerine kuruluydu. Hane, evli erkeğin, ailesi ile oluşturduğu üretim birimi olarak algılanmaktaydı ve sermayesi toprak olan hane sahibi üretimin sürekliliğini sağlamak durumundaydı.Toprak sisteminde işletilmeyen toprak üreticinin (reayanın) elinden alınmaktadır. Çünkü Osmanlı’da toprağın sahibi devlet idi, üretici toprakta kiracı sayılmaktaydı. Aile üretimin temeliydi.

Emine Dingeç’in araştırmasına göre, kadının üretime katkısı alınan vergilerin miktarından anlaşılmaktadır. Yazar buna kanıt olarak da Mücerred olarak kayıtlara geçen bekâr erkeğin, bennâk olarak kayıtlara geçen evli erkekten daha az vergi ödemesini gösterir. O’na göre bu, kadının aile içinde bir gider olarak algılanmadığının aksine katkıda bulunduğunun göstergesiydi. Tahrir kayıtlarında kadın, eşini bir şekilde kaybeden ve bu nedenle ailenin ekonomik sorumluluklarını üstlenmek durumunda kalan biveler yani dul kadınlar olarak ortaya çıkmakta ise de, kadınlar toprağı işletip vergileri verdikleri sürece toprakları ellerinden alınmamakta idi.Bu kayıtlarda, kadınlar ile ilgili bilgiye direk ulaşılmaz. Ama gizli olarak kadının ekonomiye etkisi kayıtlara yansımıştır (DİNGEÇ, 2010).

            Ekonominin temeli aile şeklinde belirdiği için Osmanlı erkeği modern algılamada her ne kadar başat rol oynuyor gibi görünüyorsa da iktisadî bir varlık olmak için evlenmek zorunda idi. Bu iki sebepden mecbur kaldığı bir meseledir:

A) Osmanlı’da her birey bir mahallede yaşamak ve mahallelinin üstlendiği müteselsil kefalete katılmak zorunda idi. Baba evinden çıkıp ayrı bir “ev” sahibi olmak demek içtimai bir mesuliyet almak demekti. Bunu da kadın olsun, erkek olsun ancak nikahla birlikte yaşayacağı bir eş seçerek başarabilirdi. Osmanlı kadını ise külfeti yüksek mehirle nikah altına alınırdı. Bu nedenle Osmanlı kadını sistemin gereği kıymetli ve bahtiyar bir insandır. Kadının çalışma hayatına girmemesi, mahalle sistemine girmesinin bir tezahürü idi. Çünkü mahalle, seçilmiş ve ahlâk değerleri birbirine denk  insanlarla varlık bulan sosyal bir alandı. Evlenmek erkek ve kadın için sosyo- ekonomik bir mecburiyet ve imtiyazdı. İnsanlar evlenerek bir statü kazanırlardı. Yani hukuki manada devletin muhatap alacağı bir toplumsal kimlik kazanırlardı.

B)  Osmanlı mahallesi de bir “üretim alanı” idi. Kadın kırda  tımarda ve şehirde de ham maddeyi mamüle döndüren kollektif bir alanda çalışmaktaydı. Modernleşme yanlıları kadının çalışma hayatına girmesini  devlet memurluğu ve ücretli işçilik kapsamında ele almaktadırlar. Oysa halkın yüzde doksanının tımar sisteminde olduğu ve kadının bu sistem içinde zaten çalıştığı gözden kaçırılmaktadır. Tımarı işletmek için “aile” olmak mecburiyeti vardı ve bu "kadın bekarlığını" imkansız kılmaktaydı. Kadının günümüzdeki gibi “bireyleştirilmesi” halinde toplumun yüzde doksanını işsiz bırakacak bir ekonomik dönüşüm doğacaktı. Yine bu dönüşüm ile birlikte erkeğin iş sahasını kaybedeceği, kadına mehir vermekten vazgeçeceği hatta kadınla evlenmek için onun gelir getirici oluşunu önemseyeceği açıktı. Ayrıca Osmanlı’da kadın tarımsal üretimin içinde girişimci idi. Dingeç’in belirttiği üzere kadınlar, üretime doğrudan katılmakta; ticari mekânlarda boy göstermekteydi. Üretim yapan kadınlar, ürettikleri ürünleri pazarlarda satabiliyorlardı. Avrat pazarı olarak isim yapan bu alışveriş yerleri, sebze ve meyve gibi tarımsal ürünlerin yanında hayvansal ürünleri ve kadınların kendi yaptıkları el işlerinin satışa sunulduğu yerlerdi. Kadınlar burada hem alıcı hem de satıcıdır. Bu pazarlarda kadınlar,  pazara gelip süt, yoğurt vb. ürünler satarlar ve karşılığında koku ve esanslar satın alırlardı. Osmanlı toplumunda kadınların ticari yapılanmada önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Kadın ürettiklerini nakde çevirebilmekteydi. Aynı zamanda pazarların arz talep dengesine göre oluştuğu göz önünde tutulursa, kadınların tüketime yönelik üretim yaptığı söylenebilir. Bu pazarlar, kırsal alandan kente mal akışının gerçekleşmesini sağlayan yerlerden biridir. Modernleşme ve kapitalizm, pazara girişi bu derece serbest algılamaz. Marka olmadan pazara girememek nedeniyle kadın üretiminin paraya tahvil edilmesi imkansızlaşmıştır. Dolayısıyla "kadının çalışması" kavramı altındaki feminist söylem, kapitalist yapıyı güçlendirmektedir. Osmanlı kadınının küçük üreticiliği onu daha özgür kılmaktaydı. Öncelikle bu esnek bir üreticiliktir. Yani hem anne, hem üretici olunabilmekteydi. Açık pazar nedeniyle üretimini dilediği zaman pazara getirebilmekteydi.

            Sanayileşme ve kentleşme ile birlikte Osmanlı nüfus stokları kentlere aktı. Üstüne bir de cemaatik yapılar- yani mahalle, tımar-kırıldı.  Kadının “evdeki annelikden” sıyrılarak, “evi geçindirme” feminizmine doğru yeni bir kimlik söylemi geliştirmesi kaçınılmaz oldu. Kadın çalışacak ve evini geçindirecekti. Ancak bu, girişimcilikten proleterleşmeye doğru gelişen bir süreç olmuştur. Ayrıca, evlilik kurumu da aşınmaya uğramıştır. Değerler modernleşince mehir vermekten kurtulan erkeğin, çalışmayan (gelir getirmeyen) kadınla evlenmesi için bir neden kalmamış oldu.

Modern toplum “mahalle” kavramını içeren bir toplumsallığı imkansız bırakmaktadır. Çalışma hayatında da kadın- erkek tüm iş gücünü istihdam edememektedir. Böylece kimliklerin rekabet içnde olduğu bir toplumsal yapı kouruldu. Modern toplumda ekonominin temeli “aile” değil, “tüketebilen birey”dir. Bu nedenle kadın çalışma hayatına giremedikçe modern kafes diye adlandırılacak “konut”a itilmekte, buradan çıkışı da paradoks olarak yine çalışma hayatında görmektedir. Çalışma hayatı büyük bir savaş alanıdır. Osmanlı toplumu ise, çalışmayı rekabet savaşı görmemekte idi. Kadını çalışmaya mecbur kalmadığı bir statü ile kavramaktaydı.

Osmanlı toplumunun yaşadığı meskenlere bakıldığında bu duyguyu yakalamak mümkün. Bunların hemen hepsinin bir avlu ve bunun bir kenarına yapılmış evden meydana geldiği görülür. Evlerin etrafı yüksek ve penceresiz duvarlarla çevrilidir. Mahremiyet ve emniyeti bu “ev” biçimlenmesi sağlar. Avlu çocukların tehlikesizce yaşadığı yeşil bir çevre de sağlar ve avlu içinde yaşam üretimle geçer. Ancak bu üretim her zaman “pazar” için değildir. Ev ahalisinin durumuna göre üretimin pazara yönelmesi de mümkündür. Ev içi üretim, erkeğin pazar/ çarşı/ atölyede kazandıkları ile satın aldığı hammaddenin işlenmesi ile ilgilidir. İhtiyaçlar hammaddenin işlenmesiyle elde edildiğinden evin hanımı ve aile fertleri, modern toplumda görülen pek çok mesleği içeren bir donanıma sahiptir. Mahallede yan yana tüm evler aynı zihniyeti yaşattığından Osmanlı mahallesinin bizatihi kendisi oldukça renkli bir kültür odağıdır. Bu kültürün zenginliği, farklı din ve kavimden insanların inanç ve alışkanlıklarını aynı forma taşımasından kaynaklanmaktadır. Mahalleler getto olmadığı için Hristiyanlar ve Musevîler de avlulu, bahçeli evlerle oluşan bu kültüre kendi tarihsel birikimleri ile katıldılar. Evden mahalleye doğru halka halka büyüyen bir “mahremiyet genişlemesinden” bahsedilebilir. Erkekler maişet için mahalleden çıkmak zorunda kalınca mahalle kadın, yaşlılar ve çocuklar için tanzim edilmiş bir alana dönüşüyordu. Hatta öyle ki Osmanlı mahallesi vesilesiyle şehri temelde kadın- çocuk ve yaşlılar kullanıyordu. Mahallenin kendisi eğitim, sağlık, kültür ve kadın üretiminin merkezi idi. Yine mahalle fakirlerin himaye edildiği bir sosyal alandı. Modernizm, bu tür bir model sunamamıştır.

Mahallenin iktisadi ve sosyal özelliklerine kısaca bakılabilir: Meskenin kendisi adeta işletme gibi işlev görmekte idi. Ev halkının ihtiyaçlarına ve erkeğin mesleğinin gereklerine göre; ahır, samanlık; salça, pekmez yapılan ocak; kilim, bez dokuma atölyeleri; kümes; meyve ağaçları; küçük bostan; ocak, çamaşır taşı, dibek taşı; çiçekler, çeşme veya kuyu, küçük bir havuz, ark, avluyu donatmaktadır. Avlu ve evlerin yeşil alanı; kadının dinlenmesi, çalışması, komşularını ağırlaması, sohbet edebilmesi için, hususi bir “saklı bahçe”dir. Yani mahallede "boşluk alan"lar vardır. Kadın burada ev kıyafetiyle de dolaşabilmektedir. Başka evlerin avluyu görebilecek şekilde yüksek yapılmasına komşuluk gereği izin verilmez. İslam şehrinin yeşil ve mahrem alanı olan bu “boşluklar”, Turgut Cansever’in dediği gibi “evlerin tabiat ile bütünleşmesi, mahrem bölgelerini oluşturan arka bahçelerin bir araya gelmesiyle, adına “pasif yeşil alan” denen ve kullanıcısına modern zamanlarda “aktif yeşil alan” sayılan yerlerden kat kat daha fazla hizmet vermekte idi. Bu "bahçeler" belediyelere de şehrin yeşil alan yatırım ve bakım harcamalarında çok önemli tasarruflar sağlayan hususiyetler kazandırmıştır (CANSEVER, 2009: 122). Evlerde cumba denilen bir kafes çıkma vardır. Hane halkı bu kafes gerisinden dışarıyı görürler. Odalarda ocak, ısınmak, yemek pişirmek, aydınlanmak için kullanılır. Bazı evlerde, ebeveyn odalarında, gusül almaya yarayan dolap görünümlü küçük banyolar bulunur. Türk kültüründe “Otağ” denilen ortak paylaşım mekanından geldiği sanılan “oda”, hane halkının “birlikte” yemek yediği, oturduğu, gece olunca da yatak serip uyuduğu bir alandır. Bireyselliklere izin verilmez. Odalar, eşyaları “misafirler” için alınıp hane halkının kullanamayacağı bir kültüre hizmet etmez. Mekan kullanımı ev içinde de ev dışında da israfa izin vermemekte idi. Osmanlı mahallelerinde zenginler fakirlerle birlikte oturur ve zenginler fakirleri korur. Zenginlik ve fakirlik dışarıdan fark edilmez. Osmanlı evleri, altı işyeri üstü konut biçiminde yapılmaz. Ticaret erkeğin görevidir. Kadın istihdamı son derece kısıtlıdır. Ancak kadın girişimciliği ve kadının ticari hayata katılımı yaygındır. Kadın istihdam aracı değil, "girişimci hanım" statüsü kazanmıştı. Modernizmin başaramadığı bir husus da "kadını nasıl istihdam aracı olmaktan kurtarabiliriz" sorusunun cevabı idi. Kadının çalışma hayatına "işçi" olarak girip, işgücü arzının yükselip, ücretlerin düşürülmesine izin verilmez. Tüketim de sınırlı olduğu için, daha doğrusu mahalleli kendi bölgesinde üretilenleri tükettiği için, Osmanlı mahallesi modernizmin benimseyemeyeceği ilkelerle gelmektedir.

            Osmanlı mahallesi kefalet, yardımlaşma ve içtimai mesuliyet ilkeleriyle birbirine bağlı komşulardan oluşur. Mahalleye kefalet sistemiyle girilebilir. Kefaleti olmayanın mahalleye kabul edilmesi imkansızdır. Kefalet sisteminde mesele o değin geniş kavranmıştı ki, mahallede işlenen faili meçhul "suç"tan mahalleli sorumlu tutulmuştu. Bu kurum mahallelinin birbirini sürekli murakabe etmesini, yalnız bırakmamasını gerektirmiştir.

Modern yüzyılda şehirlerin geçirdiği değişim nedeniyle kelimenin gerçek anlamıyla “mahalle” kalmamıştır. Sanayileşme ve modernleşme de tüketim toplumunun yıkılmaması adına “mahalle” yaşamının yeniden gündeme gelmesini istememektedir.

Kadının eve dönüşünden bahsedildiğinde onun “mahallenin içindeki ev”e ve sosyal bir toplumsal alana yönlendirildiği düşünülmelidir. Kadının kurtuluşu mahalledir. Onu ihya etmenin imkanları yaşamaktadır.

 

 

  • CANSEVER Turgut, İslam’da Şehir ve Mimari, Timaş Yayınları, 2009
  • DİNGEÇ Emine, Osmanlı Toplumunda Kadınların Üretime Katkıları, History Studies, Sayı:  2/1, 2010