Yirmi gün kadar önce Allah (cc) Rasul’ünün diyarına Umre için gitmiştim ve döndüm elhamdülillah. Bu yazımda o mübarek beldelerle ilgili bazı anekdotlar aktarmak istiyorum. Kâbe Müslümanlar için yeryüzü mekânlarının en güzeli, Allah (cc)’ın seçtiği ve maddi durumları müsâit olan Müslümanlardan ömürlerinde bir defa mutlaka ziyaret etmelerini (hac) istediği, farz kıldığı bir mekân. Durum müsait oldukça sık aralıklarla Umre yapmak da boşalan akülerimizi doldurmak demektir. Kâinatta ondan daha kıymetli bir mekân yok çünkü. Varlık olarak neyimiz varsa, ona varabilmek, ona kavuşabilmek için önüne sereceğimiz bir mekân. Var olan sevgimizi yoluna akıtacağımız bir mekân. Ona giderken de ailemizin, çocuklarımızın, evimizin, arabamızın, dünyalık her şeyimizin artık geride kaldığını, dönünceye kadar da onların hiç birinin bize fayda sağlamayacağını ön planda tutarak, sadece bu imkânı sağlayan Rabbi’mize hamd ederek gitmek ve dönmek lazım.
Bu hususta daha çok olumlu şeyler düşünülüp uygulanabilir.
Bunlar gerçekte yapılması en tabi olanlardır. Bu duygularla varmış, bir coşku ve ürpertiler içinde, Rasulullah’ın (sav) göz yaşlarıyla yaptığı veda Hac’ını ve tavafını düşünerek siz de tavaf ediyorsunuz. Tavafı takiben kana kana zemzemden içip, Hacer validemizin oğlu İsmail için heyecanla gidip geldiği Safa ve Merve arasını sizde o heyecanı duyarak, üzerinizde sadece ihram bezi ile gidiyor ve geliyorsunuz. Namazlarınız, dualarınız duygu yüklü. Kabe’yi karşısına alarak bir kenara çekilmiş, ellerini açarak hıçkırıklarla ağlayanlar mı ararsın? Lebyk Allahümme lebbeyk….. sedalarıyla guruplar halinde her an Kâbe’nin değişik kapılarından girenleri mi ararsın? Hemen yanınızdan, biraz öteden, daha ötelerden yüzlerce, binlerce ağızdan yüksek seslerle Kur’an sedalarını mı dinlersin? Bunlar ne müthiş şeyler değil mi?
Hele Kâbe imamlarının kıraat hassasiyetleri, namazın rükünlerinde acele etmeyişleri ayrı bir güzellik.
Düşünün, bu minval üzere bir hafta, on gün, veya daha fazla günlerinizin geçtiğini. Ne kadar verimli günler değil mi dostlarım? Ömürden bir parçayı olsun yaratılışın gayesine uygun geçirmek ne güzel. Bu kadar güzellikleri şeytan görür de rahat durur mu sanıyorsunuz.
O aleyhillane vazifesini yapmayacak mı? “Burası Kâbe, burada olsun taa uzaklardan fedakârlıklar yaparak gelmiş şu güzel insanlara ilişmeyeyim, çileden çıkarmayayım” mı diyecek.
Kendisine yakın gördüğü, İslamî alt yapısı zayıf binlerce insanı, O muazzam mekânda kendi arzusu doğrultusunda şahane kullanmaktadır.
Müslümanların çoğunun lâkayıt, vurdumduymaz, duygusuz, gereksiz acelecilik ve ya kendilerini salmış o rahat halleri var ya, şeytana öyle malzemeler veriyor ki, İnsan bu durumu uzaktan seyrettiğinde, “Allah’ım bize gönderdiğin din bu mu? Rasulüllah’tan (sav) devraldığımız din bu mu? diyorsunuz.
Yeri geliyor İlkel, barbar bir topluluk görüyorsunuz karşınızda.
O acıklı tabloyu seyretmek istemiyor, ağlıyorsunuz.
İçinize kan damlıyor, O güzeller güzeli mekânda niçin bulunduğunu unutan, farkında olmayan bu gürûh için.
Bilinmesi ve aynı hatalara düşülmemesi için bir- iki misal aktarıp sizleri daha fazla üzmeyeyim.
Gidenlerinizin çoğu şahit olmuştur aşağıdaki manzaralara.
Kâbe ve Ravza-yı Mutahhara’nın içinde sorumsuz, saygısız ayaklarını O mübarek mekâna doğru uzatarak yatanlar.
Sırt üstü bacaklarını ayırarak Kâbe’ye doğru yatması bir tarafa; hem etekleri diz kapaklarından yukarıya kadar sıyrılmış, hem kendini kaybedercesine uyumuş horluyor.
Birazdan ezan-ı Muhammed-i okununca abdestine hiç zarar gelmemiş gibi sizinle beraber kalkıp namaza duruyor.
Hangi mezhepte kendisini kaybedercesine uyumak abdesti bozmuyor acaba?
Haydi abdestten vazgeçtik (dolayısı ile namazdan da vazgeçmiş oluyoruz), Kâbe’nin karşısında bu aymazlık, bu görgüsüzlük niye?
Desenize, namaz gibi bir evvel farza hassasiyeti olmayanın Kâbe’ye saygısı olur mu?
Kâbe’yi karşınıza almış, önünüze de sütre olarak çantanızı koymuş ve bir haşyet içinde namaza durmuşunuz.
Fakat, bir Müslüman geliyor ve o kadar rahat geçeceği yerler olmasına rağmen, illa sizinle çantanız arasından geçmeye çalışıyor.
Geçmemesi için elinizi de uzatsanız, dinlemeyip geçmeyi başarıyor.
Bu marifetini gösterdikten sonra, huşu ve hudunuzu bozmak için el hareketleri yaparak ve söylenerek gidiyor.
Bu meselede İran’lılar baş aktör maşallah.
Şeytan aleyhillane bulduğu bu tür oyuncaklarla Kâbe’yi Muazzamanın karşısında oynayıp durmaktadır.
Kâbe’nin dışına gelince;
Otelinize gitmek için servis beklenen yere varıyorsunuz.
Müslümanların bazıları esas barbarlığını ve ilkelliğini burada sergiliyorlar.
Her gurubun oteli ve servisi farklıdır.
Daha ilk gelen servis kime aitse, o gurup servis yanaşmadan binmek için hücum ediyorlar.
Dövüş kavga, hem kendileri rahat binemiyor, biri birlerinin ağızlarını yüzlerini kan revan içinde bırakıyorlar, hem de başkaları için gelmiş olan servisin yolunu kapatıyorlar.
Her gelen servis aracına henüz yavaşlamadan saldırıya geçiliyor.
Eğer bir kişi servise kendini atabilirse, servis aracının camını açarak diğer arkadaşlarını camdan içeri çekiyor.
Bunlar bizzat şahit olduğumuz tablolar kardeşlerim.
Buna benzer içler acısı görüntüler o kadar çok ki, daha fazla morallerinizi bozmamak için uzatmayacağım.
Bizler ne için yaratıldık, ne işler yapıyoruz. Tam yaratılışa uygun yaşamaya hazır on-on beş günlük bir fırsat geçmiş elimize görüyorsunuz nasıl değerlendiriyoruz.
Rabbimiz, cümlemizi kendisine güzel kul, Rasulü’ne hayırlı ümmet olanlardan eylesin.
Arzumuz o ki, verilen ömrümüzün tamamı yaratılış gayesine uygun geçsin inşallah.
Rabbimiz yaratılış gayesini unutanlardan eylemesin inşallah.