Son zamanlarda Karadeniz'le ilgili her gelişme, her açıklama, her girişim özellikle ilgimi çekiyor. Tıpkı yıllardır Ortadoğu'daki gelişmeler, Akdeniz'deki gelişmeler, Afganistan-Pakistan bölgesindeki gelişmeler, Somali-Sudan-Orta Afrika'daki gelişmeler nasıl ilgimi çektiyse öyle bir şey bu. Haçlı Sferleri'nden Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi, Mezopotamya'nın merkezinde yabancı orduların yığılması nasıl rahatsız ettiyse öyle bir şey. Son birkaç yıldır, bölgenin on üç ülkesinin nükleer teknolojiye geçme çabasının ne tür sorunlara yol açacağına ilişkin korku gibi bir şey. Son birkaç yıldır, Karadeniz'de olanlar, önümüzdeki birkaç yıl içinde Karadeniz-Hazar bölgesinin yeryüzünün en sarsıcı güç mücadelelerine sahne olacağına, bunların da ciddi çatışmalara yol açacağına, yaşanacakların 21. yüzyıl güç dengesini belirlemede birinci derecede etken olacağına inancımdan kaynaklanıyor bu merak.
Bir çok yabancı düşünürün bugünlerde Karadeniz'le ilgilendiğini görüp de, bölgenin geleceğinin Türkiye'de pek kimsenin merakını hala uyandıramamış olmasından derin üzüntü duyuyorum. Tıpkı, Irak işgali öncesi Türkiye'de tezkere polemikleri yapılırken bazı yabancı düşünürlerin Irak'ın Jeopolitiğini Çanakkale Savaşı'yla birlikte değerlendirdiklerini gördüğüm zamanki üzüntüyü simdi yaşıyorum.
Avrupa'yı Orta Asya'ya ve Avrasya hattına bağlayan, Ortadoğu'ya bağlayan, Güney Asya'ya bağlayan, Kafkaslara bağlayan bir denizden söz ediyoruz. ABD'nin Karadeniz'den üç kıtayı yönetmeye çalışmasından söz ediyoruz. Tarih boyunca büyük güçlerin hakim olmaya çalıştığı bir denizden söz ediyoruz. Pers imparatorluğunun, Roma imparatorluğunun, Yunanlılar'ın, Hititler'in, Bizans'ın, Çarlık Rusya'sının, Osmanlı'nın, Napolyon'un, Almanya'nın hakim olmaya çalıştığı, Avrasya'nın merkezinden söz ediyoruz. Truva Savaşları'nın bile Boğazları ve Karadeniz'i denetlemek için yapıldığı söylenir.
Şimdi, ABD bu deniz üzerinden hem Rusya'yı sınırlamak hem Kafkaslar ve Orta Asya'ya yerleşmek, hem bölgenin zengin kaynaklarına ulaşmak istiyor. Avrupa, bu deniz üzerinden Kafkaslar'da, Orta Asya'da ve Ortadoğu'da mevzi kazanmak istiyor. Bu deniz yüzünden Osmanlı-Rus savaşlarını, boğazlar sorununu, Avrupa'nın bu savaşlara müdahalelerini hatırlayalım. O tarih yeniden günümüze taşınıyor.
Bugün Ortadoğu'da ne olmuşsa yarın Karadeniz-Kafkaslar-Orta Asya hattında aynı şey olacak. Kırım Savaşı'nın anlamı neyse, bugünlerde Karadeniz'e ilişkin tartışmalar da o. Olayı sadece ABD'nin askeri üs istemesiyle sınırlı algılamayalım. Karadeniz'in bir ucu Akdeniz'e, bir ucu Basra Körfezi'ne, bir ucu Hazar Denizi'ne ulaşıyor. Rusya, Türkiye, ABD, AB, İran ve diğer bölge ülkeleri, bu deniz üzerindeki hakimiyet mücadelesine göre pozisyon belirliyor. ABD ve NATO, Bulgaristan ve Romanya üzerinden bölgeye giriyor. Washington, Polonya, Macaristan, Ukrayna, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan üzerinden Karadeniz'e yerleşiyor.
Bu dönemi dikkatle değerlendirmek zorundayız. Küresel ekonomik kriz, sadece "ekonomik kriz" değildir. Sonuçları ekonomik olmaktan çok siyasi olacaktır, jeopolitik olacaktır. Başta ABD olmak üzere, yeryüzünün merkez güçlerinin boylarının ölçüsünü ortaya koyacaktır. Bir çok ülke, merkezi rolünü kaybedeceği gibi, bir çok ülke imparatorluk günlerine dönecektir. Etrafımızda gördüğümüz işgaller, çatışmalar, etnik sorunlar bu büyük kırılmanın, yer değişiminin, güçler dengesinin yeniden oluşumunun küçük göstergeleri. Kriz, bugüne kadar olanın çok ötesinde değişimlere yol açacak, birkaç yıl içinde tahmin edemeyeceğimiz ölçüde şaşırtıcı gelgitlere neden olacaktır.
Meksikalı jeopolitikçi Jose Alonso Trabanco, krizin yol açacağı jeopolitik çöküşün sanılandan çok daha yakın ve ciddi olduğunu, uluslararası sistem ve güçler dengesinde çok büyük etkilere yol açacağını, Amerika'nın bile tek yanlı küresel liderliğini sona erdireceğini, gücünü önemli ölçüde zayıflatacağını söylüyor. Ona göre, bir çok ülke pozisyonunu yeniden tanımlamak zorunda kalacak. Doların hegemonik gücü bitecek. Dolar ve askeri güce dayanan ABD hegemonik gücü de gerileyecek. Dahası; kriz, NATO'nun opersyonel imkanlarını önemli ölçüde daraltacak. Hatta, NATO üyeleri, bırakın dünyaya şekil vermeyi ittifak içindeki dostlarını kurtarma telaşına düşecek. AB üyelerinin bir çoğu önemli ölçüde gerileyecek. Yunanistan, Polonya hatta İtalya ve Fransa bile ciddi sorunlar yaşayacak. Bazılarına göre İngiltere bir finansal enkaza dönüşecek. Bu yüzden ekonomik kriz, en tehlikeli noktaya doğru ilerliyor. Bu da uluslararası güç dengesini dağıtacağı nokta.
Krizin de tetiklemesiyle yaşanabilecek jeopolitik çöküş, ülkelerin acizlik içinde kaderlerine razı olarak geri çekilecekleri bir süreç olmayacak. Güçler dengesinin yeniden oluşumu büyük çatışmalarla da kendini gösterebilecek. İşte Karadeniz üzerinde biriken stres bu dönemde patlarsa, bugün Ortadoğu'da yaşadığımız sarsıntıya Kırım'dan Kafkaslar'a, Hazar'dan Güney Asya'ya kadar tanık olabiliriz. Bu yüzden Karadeniz'e dikkat çekmeye çalışıyorum.
Bu yüzden, tarihin bu dönemde Türkiye'ye Anadolu topraklarından taşma rolünü yeniden verebileceğini düşünüyorum. Son zamanlarda Ortadoğu'da olduğu gibi, Afrika'da olduğu gibi, Türkiye'ye yönelik yoğun ilgi belki de bu taşmanın habercisi. Uçuk senaryoları önemsemeden, bu geçiş dönemini dikkatle okuyarak, Türkiye'nin önünü açacak perspektiflere ihtiyacımız var. Büyük düşünebilen, güçlü sözler söyleyebilen, sağlam adım atabilenlere ihtiyacımız var. Amerika, o kadar uzaktan Karadeniz'den üç kıtayı kontrol etmeyi düşünebiliyorsa, Türkiye neden düşünmesin!