Başbakan Tayyip Erdoğan başkalarının sıkıntısından mutluluk duyacak biri değil; yanlış bir söz ağzından çıktığında telâfiyi geciktirmiyor da. Yaşamak, çalışmak veya para kazanmak için ülkemizi tercih etmiş Ermenistan vatandaşları için sarf ettiği cümle henüz telâfi edilmemiş bir yanlışlık...
Dediği tam şu: "Bakın, benim ülkemde 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama 100 binini biz ülkemizde şu an idare ediyoruz. E, ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu 100 binine 'Hadi siz de memleketinize' diyeceğim, bunu yapacağım..."
'Kaçak' bir gruptan söz ediyor etmesine, ama elbette böyle bir şey yapmayacak Tayyip Bey. Bu cümleyi sarf ederken aklında 'farz-ı muhal' sınırlaması olduğu çok belli. "Olmayacak bir şey, elbette yapmayacağım" demek isterken, tam tersi ifadeler çıkmış ağzından...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Afrika'dan dönerken, önce "Sayıları 100 bin değil" diyerek cümledeki abartıya işaret ettikten sonra şunu söylemiş: "Başbakan'ın, o sözleri, Türkiye olarak kin gütmediğimizi, düşmanlık yapmadığımızı izah etmek açısından söylediği kanaatindeyim."
Ben de aynı kanaatteyim. Muhtemelen Başbakan Erdoğan da "Başka ne demek istemiş olabilirim ki..." diye düşünüyor. Yine de, sözlerinin başka istikamete çekilmesinden sonra, "Biz zor durumdaki Ermenistan vatandaşlarına, kaçak gelmiş olsalar da, kol kanat geriyoruz" diyebilirdi pekâlâ...
Üzerinde hiç düşünmediği bir konuda bir şeyler söylemesi gerekmiştir; yorgundur, cümleyi istediği gibi toparlayamamıştır; kast ettiğiyle ağzından çıkan arasında fark olduğu halde bunu hemen anlayamamıştır... İnsanlar yanlış yapar veya söyler; yanlışı birilerini rahatsız etmiş veya kendi aleyhine bir hava oluşturmuşsa, fazla gecikmeden bunu kabullenir.
Bir insanın nesiller boyu yaşadığı yurdundan sökülüp atılması travmasını şahsen yaşayarak öğrenmiş değilim. Ancak böyle bir işleme uğramışlığın acımasızlığını iliklerime kadar hissedecek DNA'ya sahibim: Kimbilir kaç nesil Rumeli'de yaşamış, elde avuçta ne varsa geride bırakarak Anadolu'ya göçmek (1920'ler) zorunda kalmış bir ailenin uzantısıyım.
Terk edilen topraklardan daha uygun şartlara sahip olunduğu dönemlerde bile, yaşlıların, koparıldıkları topraklar için "Ah, vah" ettiklerine çok tanık olmuşumdur.
Burası yalnız bir zorla göç ettirme (tehcir) değil aynı zamanda kurala uygun insan değiş-tokuşu (mübadele) coğrafyası da... İmparatorluk bakıyesi olduğu için, Türkiye, Balkanlar'dan gelen göçmen dalgasını yönlendirmekte fazla zorlanmadı. Başarılı sayılabilecek esnek bir yeniden yerleştirme politikasıyla, 'mübadiller', güven, rahat ve huzura kısa zamanda kavuştular.
Geçenlerde İsrail'de siyasi dengelerin 'saldırgan politikacılar' lehine bozulması üzerine yazmıştım: 1950'lerde İsrail'e göç etmiş Anadolu Musevileri için geriye dönüşü düşünme vakti gelmiş olabilir. Yunanistan'a göçmüş Rumlar arasında Türkiye'deki hayatlarını hâlâ özleyenler varsa, onlar da...
72 milyonluk kocaman ve kalabalık bir ülke burası...
Ermenistan'dan çalışmak için gelenlerin sayısı onbini bile bulmuyormuş; keşke yüzbin Ermenistan vatandaşı Türkiye'yi ekmek teknesi bilse ve aramızda yaşasaydı. Ağrı Dağı'nın ötesinden bakıldığında görülen ile üzerinde yaşandığında keşfedilen Türkiye arasındaki farkı daha iyi görürdü Ermeniler...
İsviçre'de imzalanan 'Protokoller' ancak iki ülkenin halkları tarafından benimsenirse bir anlam taşır, sonuç doğurur. Aramızda yaşayan Ermenistan vatandaşlarını bu anlayış yolunda birer köprü saymalıyız.