İyi İngilizce bilmek

xxx43

Türkiye'nin dindar Müslümanları yakın tarihimizde yabancı dil ve Batı kültürü konusunda geri ve zayıf kalmışlar; Dönmeler ise çocuklarına pek iyi seviyede dil ve çağdaş kültür öğretmişlerdi. Bu yüzden de üniversite medya, bürokrasi sahasında, sayılarına göre çok büyük bir güç ve tesir kazanmışlardı.

Ortaçağ'da İslâm dünyasında Arapça, Hıristiyan dünyasında Latince Lingua Franca idi. 1950'lere kadar Fransızca, o tarihten sonra İngilizce dünyanın müşterek dili haline gelmiştir.

Birçok Avrupa ülkesinin liselerinde iki yabancı dil öğretilmektedir. Çalışkan ve başarılı bir Alman veya Danimarkalı genç İngilizce konuşur, yazabilir, kitap okuyabilir.

Bizim eğitimimiz Müslüman gençlere bu lisanları ve kültürü kazandıramıyor.

Müslüman okur yazarlarımızın, lise ve üniversite mezunlarımızın çoğunun yabancı lisanı "Az İngilizce bilir..." seviyesindedir.

Eski medreselerimizden, Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Zahid el Kevserî gibi mükemmel Arapça bilen, bu dil ile Mısır'da kitaplar yazıp yayınlamış olan İslâm alimleri çıkmıştır. Bugünkü İmam Hatip okullarımızın, İlahiyat fakültelerimizin gençlere mükemmelden geçtik, yeterli Arapça öğretebildiğini iddia etmek mümkün değildir.

Müslümanlar gerçekten hür, gerçekten bağımsız ve haysiyetli olmak istiyorlarsa, Yeterli sayıda vasıflı Müslüman eleman yetiştirmek zorundadır. Bu vasıflı elemanların en azından üç dili iyi bilmeleri gerekir.

Mükemmel şekilde zengin, edebî, yazılı Türkçe bilecek. Bunun ölçüsü de, Arap harfleriyle basılmış Fuzulî Divanını hiç yanlış yapmadan kolayca okumak, mânasını anlamak, bu kıraatten zevk ve haz almaktır. Öyle 200 kelimelik günlük sokak kelamiyle, ııı, ııı ııı, aha oha, yuh be Türkçesiyle medenî bir Türkiyeli olunmaz.

İkinci olarak İngilizce bilecek. Thank you demekle İngilizce biliyor olunmaz. Bu lisanla konuşacak, yazacak, kültür kitabı okuyacak.

İyi Arapça bilecek, okuyacak, yazacak, konuşacak... Hem klasik metinleri, hem modern Arapçayı...

Lisan olarak bunlar da yetmez. İngilizcenin yanında bir Batı dili daha, Arapça'nın yanında Farsça... Niçin Farsça? Çünkü Farsça bilmeden iyi Osmanlıca bilmek mümkün değildir.

Müslümanlar iyi bilsinler ki, az Türkçe, az İngilizce, az Arapça, az klasik kültürle, az çağdaş kültürle, az İslâmî kültürle bugünkü savaşı kazanamazlar.

Buraya kadar anlattıklarım işin kültür ve bilgi boyutudur. Bir de aksiyon yani ahlâk ve karakterle ilgili boyut vardır. Bu sahada da yeterli derecede kemali olan Müslüman elemanlar yetiştirilmelidir.

Üçüncü boyut sanat, estetik, güzellikle ilgilidir.

Son yirmi yıl içinde İslâmî kesimde gerçekten bilgili elemanlar yetişti. Lakin bunların sayısı kesinlikle YETERLİ değildir.

Bir elemanın gerçekten vasıflı ve üstün olması için üç boyutta, yani bilgi, aksiyon ve estetik boyutlarında güçlü olması gerekir.

Bilgili fakat ahlâklı değil, fazla işe yaramaz, hayrından çok zararı olur.

Müslümanların en zayıf olduğu, en fazla dışlandığı saha diplomasi ve Dışişleri Bakanlığı idi. Bakanlar ve yüksek bürokratlar genellikle Beyaz veya Pembe Türklerden oluşurdu. Profesör Ahmed Davudoğlu'nun Dışişleri Bakanı olması bu bakımdan ümit vericidir. O, Ladino dilini bilmez ama mükemmel İngilizce konuşur, yazar, yabancı üniversitelerde bu lisanla ders verir. İbranîce biliyor mu, bu konuda malumatım yok. Bilmiyorsa affına sığınarak öğrenmesini tavsiye ederim. Elli yaşında olmak, yeni bir yabancı dile başlamak için hiç de geç sayılmaz.

Bilgili, ahlâklı, faziletli, estetik boyuta sahip elemanlar yetiştirirken şu hususa da dikkat etmek gerekir: Dinî metot konusunda bu elemanların Ehl-i Sünnet ve Cemaat çizgisinde olmaları gerektir. Üç boyutu da güçlü, lakin din konusunda Fazlurrahmancı veya Afganîci, yahut reformcu... Yine gereği gibi hizmet edemez.

Müslümanlar yetenekli, kabiliyetli, zeki, ahlâklı çocuklarını, her biri için beş on milyon dolar harcayarak (İslâmî kesimde yeterli para var...), iyi bir plan ve programla yetiştirmelidir.

Az Türkçe ile,

Az İngilizce ile,

Az genel kültürle,

Az İslâm kültürü ile... bir yere varamayız.

Düşmanlarımızdan daha güçlü, daha vasıflı, daha kültürlü, daha ahlâklı, daha doğru, daha dürüst, daha erdemli; tek kelime ile daha üstün elemanlar yetiştirmeliyiz.

Türkiye'de iki büyük parti vardır

Türkiye'de aslında iki parti, iki büyük kesim, iki kimlik vardır. Sünnî kesim, Alevî kesim.

Sünnî derken, meseleye dinî açıdan bakmıyorum. Sünnîlik bir kimliktir, bir mensubiyettir. Lübnan'da yaşadığım zaman orada Sünnîliğin, Şiîliğin, Marunîliğin, Dürzîliğin dinî değerler değil, sosyolojik değerler olduğunu görmüş ve anlamıştım. Sünnî kökenli iseniz, sosyolojik kimliğiniz Sünnîlik ise, inanmasanız, namaz kılmasanız bile Sünnîsinizdir.

Türkiye'nin çoğunluğu Sünnîdir. En büyük, en güçlü parti de Sünnî partisidir.

Sünnî partisi en fazla yüzde kaç oy alabilir? Bence yüzde 60'tır bu oran. İcabında daha fazla olabilir, yüzde 70'e hattâ 80'e çıkabilir.

Peki, ülkemizde niçin ikiden fazla parti bulunuyor? Bence bu sorunun cevabı şudur: Türkiye'de, İngiltere'de olduğu gibi iki partili sistem vardır ama darbeler, manipülasyonlar, derin devlet manevraları ile parti sayısı çoğaltılmıştır. Böl parçala hükm et siyaseti.

İki büyük parti olur, bunların yanında bazı küçük partiler de olabilir. Bu normaldir.

Atatürk'ü herkes seviyor veya sever görünüyor. Bir Atatürk Partisi kurulsa kaç oy alabilir? Bilemediniz yüzde bir iki...

Vaktiyle bir zat Alevî partisi kurmuştu. Kaç oy aldıydı?.. Başarılı olamadı ve kapatıldı.

Laiklik Partisi kurulsa kaç oy alır?

Ülkemizin en güçlü lobisi olan Sabataycılar bir Dönmeler Partisi kursalar kaç oy alırlar?

Ergenekon Partisi kurulsa barajı aşabilir mi?

Duverger'nin siyasî partilerle ilgili seviyeli bir kitabı var, dilimize de çevrilmiştir, onu dikkatle okumakta yarar var.

Dinî yahut sosyolojik bakımdan Sünnî olan çoğunluk parti tutarken, oy verirken isabetli tercih yapmakta mıdır? Bu konu tartışılmaya değer.

Sünnî kültürün, Sünnî kimliğin temel değerleri nelerdir?

Adalettir... Emanete riayettir... Doğruluk ve dürüstlüktür... Ahlâk ve fazilettir... Hikmettir...

Sünnîlerin büyük kısmı bundan haberdar mıdır? Hiç sanmam.

Niçin katılıyorum?

Benim için saf demişsiniz. Doğrudur, safım ama bön değilim. Bazı açık oturumlara katılırken, çağıranların niyetlerini bilmez değilim. Bile bile katılırım. Üç saat, bazen dört saat sürer. Bir yığın laf edilir. Saldırıya, hakarete uğradığım olur. Bunlara sabırla katlanırım. Bana söz verildiği zaman, mutlaka söylenmesi, telaffuz edilmesi gereken birkaç kelime, birkaç cümle sarf ederim... Yapacağımı yapmışımdır. Bazı temel gerçekleri birkaç yüz bin kişiye, bazen bir milyon kişiye duyurmuşumdur. Herkes anlamış, algılamış mıdır? Hayır, böyle bir şey beklemem, ümit etmem. Yüz kişiye mesaj verebilmişsem kendimi mutlu hissederim.

Neler söylerim?

Şeriat Kur'ân ve Sünnet'ten çıkartılmış din hükümlerinin tamamına verilen addır, kutsaldır. Şeriatı inkar ve tahkir eden dinden, Müslümanlıktan çıkar...

Yeri ise, fırsat bulmuşsam, bazı bedbaht kadınlara TC antetli resmî vesikalar verilerek fuhuş yaptırılmasını, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi alınmasını tenkit ederim. Bunu kadın haklarına aykırı görürüm.

Hakkında on binlerce kitap ve araştırma makalesi yazılmış olmasına rağmen o, hâlâ Türkiye'nin en büyük bilinmezidir.

Genç nesillerin, atalarının mezar taşlarını okuyamayacak derecede cahil bırakılmıştır.

Türkiye'nin en büyük ayıbı, uluslararası temizlik ve şeffaflık listesinde, 10 üzerine 4 not ile çok gerilerde bulunmasıdır...

Evet, açık oturum programlarına bunlara benzer cümleler söylemek için katılırım. Bu esnada saldırıya uğrarım. Bazen hakarete mâruz kalırım... Hiç önemi yoktur. Küçücük bir hizmet edebilirsem herşeye değer...

Bir hakikat kalmasın âlemde Allah'ım nihan...