İnsanın ayağını kaydıran, şeylerden birisi makam zaafiyeti… Makam, buradaki anlamıyla itibarı temsil ediyor. Budalalık da iflah olmazlığı... Siz buna ihtiras da diyebilirsiniz; görme yetisini ortadan kaldırır çünkü… İlla da ‘devletlü’ (bürokrat-siyasetçi) iseniz, emrinizde onca kişi olmasının size verdiği derin haz olsa gerek bu körlüğün sebebi… Uyuşturucu gibidir adeta; elde tutmak ya da yeniden sahip olmak için bütün misyon düşmanlarıyla işbirliğine de gider, memleketi de satarsınız…
Örnekleri de yok değil hani… Öyle ya; tabiri caizse duruma göre bir parmak işaretiyle milyonlarca kişinin hizaya gelmesi, ‘gücün size ait’ olduğu yanılsamasına-vehmine neden olacaktır. Oysa ‘mülk’ün sahibi hakkında bir fikriniz varsa bunun ne de büyük bir cür’et ve cehalet olduğunu anlamanız da güç olmayacaktır.
Gerçekte ise işgal ettiğiniz yer size güç değil sorumluluk verir. Talip olmak bir yana, Hz. Ali’nin deyimiyle; ‘ata binip kaçabildiğiniz kadar kaçmalısınız’ size sorumluluk yükleyen bu makamdan... Hakiki talep karşılıksız bırakılmaz elbette... Bu sefer de yine Hz. Ali’nin deyimiyle; atınızı bütün gücünüzle üzerine sürmelisiniz. Keşke kendisi de bir devletlu olan Hz. Ali Efendimizin bu mesajı anlaşılabilse…
Emanetçisi olduğunuz makam emriniz altındakilerin sırtından geçinmek için değil, bilakis maddi-manevi bu sorumluluğu taşımak içindir. Herkesin derdi sizin derdinizdir çünkü… Öyle değil midir; baba iseniz mesela, çocuklarınızdan sorumlusunuzdur. Babalık, sahip olduğunuz gücü kendinizden fedakârlık yaparak çocuklarınıza yönlendirmenizi gerektirmez mi… Onlar yokmuş gibi davranabilir misiniz…
Bunun aksi itibardır işte... Doğal olarak da konjonktürle ilgilidir. Oysa vazifemiz her hal ve şart altında hakikatten yana olmaktır; illa da konjonktürel zamanlarda... İsmet Özel'in güzel bir tesbiti var konu ile ilgili: "Yazar kendisini okuyucunun kabul edeceği şeyleri söylemekle sınırlandırmış, kendini alkış sağlayacak alana hapsetmişse ‘sahte’ bir yazardır" ( İ. Ö. Zor Zamanda Konuşmak). NFK'nın “Son Devrin Din Mazlumları” eserinde Dersim Katliamını anlatması da böyle bir şeydir. Zira konjonktür bunu savunmaya hiç müsait değildi. Bugün PKK'yı savunmak gibi bir şeydi. Büyük insan durduk yerde olunmuyor...
Bir şeyi gözden kaçırmamak lazım; makbul olan şey herkesin yaptığı, itibar ettiği değildir. ‘Normal’ ya da ‘anormal’ olan da öyle… Bugünkü genel kabulün aksine çoğunluk her zaman, hatta kim bilir hiçbir zaman, doğrudan ya da hakikatten yanadır denemez. Sünnetullahın bir gereği olarak ‘hak’tan yana olanlar yani iyiler her zaman azdır çünkü… Bu yanılsama insanlığın belki de en önemli defosu-en büyük felaketi…
“Hakikati gören, başkaları farklı düşünüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır. Bir adamın ‘benden başka herkes aldanıyor’ demesi güçtür şüphesiz ama, sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın…” (58) Alev Alatlı| Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Konuşması - YouTube tamamını izlemek istemeyenler için 13:17-13:40) demiş batılı bir düşünür…
Kimi zaman mücadele tek başına kalmayı da gerektirebilir. Bunun örnekleri de yok değildir. Bir kabile reisinin çocuğu olduğu halde Nelson Mandela İngilizlerle iş birliği yapmadı mesela… Oysa işbirliği yapsa krallar gibi yaşardı. O bedeni ile ilgili sahte özgürlüğü değil ruhu ile ilgili hakiki özgürlüğü tercih etti. Yahudiler ikibin küsur yıl azınlıkta ve dağınık bir şekilde yaşadılar. Horlanmış, sürgüne hatta katliama-soykırımı maruz kalmışlardır, ama kendi doğrularının yanında olmaları onlara ikibin küsur yıl sonra kadim topraklarda devlet kurma imkânı vermiştir. Çoğunluktan yana olsalardı Yahudi diye bir şey kalır mıydı?
Böyle davrandığınızda zahiren ‘kaybettiğiniz’ bir sürü de şey olabilir. Nelson Mandela gibi 27 yıl hapis yatar, Yahudiler gibi katliama uğrayabilirsiniz. Herhangi birisi olarak da etrafınızda pervane olan insanlar olmaz. Belki kimi zaman size hiç kimsenin itibar etmediğini düşünür, iç geçirirsiniz. Duygudan arınmış bir şekilde düşündüğünüzde doğru yerde olduğunuzu görüyorsanız; en azından niyet bazında hak yerdesiniz demektir. Niyet de başlı başına önemlidir; 'rıza'dır zira...
İtibara talip olursanız etrafınızdan alkış alacağınız doğrudur. Ama bir başka doğru; aynı zamanda ‘budala’ diğer bir deyişle ‘ahmak’ olduğunuzdur. Zira talip olduğunuz şeyin motivasyon kaynağı ‘itibar’ basiret ve ferasetle yer değiştirdiğinden; hakikati görebilmeniz de söz konusu olamaz. Ta ki; mutlak ‘hakikat’e gözünüzü açıncaya kadar…