İşte bu kadar!

xxx65
Futbolu sevenler sevmeyenlere, bilenler bilmeyenlere de anlatabilir...
Ama esas, sevmeyenlerin de sevebileceği, bilmeyenlerin de işin esas (ve aslında basit) yanını anlayabileceği bir sahne:
Kendi kalesinde, çizgiden top çıkaran 34 yaşındaki "sol bek"in orada kalıp tebrikleri filan kabul etmeden aynı azimle bütün sahayı dikine koşması, geriye meriye pas vermeden, topu sağa sola dürtmeden ileriye oynaması ve karşı kalede takımına gol kazandırması.
Üstelik bunun bir benzerini ikinci yarıda bir daha yapabilmesi ve bu kez golü de (üstelik) kendisinin atması.
Bahsettiğimiz, "gençliğin idolü" bir futbol cambazı filan değil.
Sadece, takım oyununu iyi öğrenmiş, futbolun basit yanlarını iyi kavramış, koşarak oynanan bir oyunda koşmanın, karşı kaleye gol atma hedefi olan bir oyunda karşı kaleye en kestirmeden ve en süratli, yani dikine gidebilmenin manasını kavramış...
Tabii ki bu özellikleriyle, Endonezyalı baba ile Molukkalı anneden doğup (sırf güzel diye) ailesinin bir İtalyan ismiyle hayata koyduğu Hollanda'da defalarca milli olmakla kalmayıp, İngiltere ve İspanya'da üst düzey takımlarda oynamış bir "görev ve sorumluluk adamı".
Giovanni van Bronckhorst' un futbol hayatında ve bir maçta belki defalarca yaptığı, ama İtalya karşısında çarpıcı biçimde iki kez göstere göstere adeta ders verdiği koşularını dikkatle izleyenler "iyi futbol"un nasıl bir şey olduğunu...
Aslında ne kadar basit olabileceğini...
Ve "bizimkiler" in aslında nerede yaya kaldığını da iyi kavrayabilir.
Bir tarafta, kendi kalesinden gol çıkardığı andan itibaren karşı kaleye koşmayı, en azından birkaç arkadaşını da koşturmayı, topu en basit en hızlı şekilde kullanmayı, hep oyunda olmayı düşünen bir adam...
Öte tarafta ise çocukluğumuzun "para maçları" gibi, düz bir tahta üstüne çivi gibi çakılmış, (paradan) topun kendisine gelmesini, çarpmasını bekleyenlerden müteşekkil bir takım varsa, iki taraf asla aynı keyfi alamaz da veremez de!
Futboldan hoşlanmıyor, hatta onu pek kaba, pek popülist, pek (nasıl derler) "milliyetçilik kışkırtıcı" filan buluyor da olabilirsiniz.
Ama van Bronckhorst'un o iki koşusunu mümkünse dikkatle izleyin.
En azından o esmer, sessiz, hala kendisini 20 yıl önce yetiştiren antrenörü Martens'i ziyaret eden "akıl, emek ve vefa adamı"nı sevebilirsiniz.
Ondan şöyle öğrendiğini söylüyor:
"Henüz çok gençken, çok kazanmaktan ziyade, mümkün olduğunca çok öğrenmek önemlidir."