"Ya özür dilerler ya uluslararası komisyonu ve onun raporunu kabul ederler ya da ilişkiler kesilir..." Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, Barack Obama-Benjamin Netanyahu görüşmesinden hemen önce verdiği bu mesajın ne anlama geldiğini Batı başkentleri çok iyi algıladı.
'Türk-İsrail derin devleti' görüntüsünden 'ilişkilerin kesilmesi' gibi sert ve kararlı bir noktaya nasıl gelindiğini anlamayanlar; bu son halin Ortadoğu ve Batı'nın bölge politikalarına nasıl yansıyacağını, Avrasya kuşağında ne tür güç kaymalarına yol açacağını, ABD ve Avrupa başkentlerinin 'ne haliniz varsa görün' deme ya da İsrail'i önceleyerek Türkiye'yi köşeye sıkıştırma lüksünün bulunup bulunmadığını anlama şansı yok.
Anlayamadıkları için de, hala, eski ezberleri tekrarlayıp, Netanyahu'nun Washington temasları sonrası ABD Türkiye'ye baskı yapacak umudunu taşıyorlar. Bu yanlış bir tespittir. ABD'nin de Avrupa Birliği'nin de, Türkiye'yi hizaya sokmaya, on yıl öncesinin Ortadoğu dizayn projelerine göre ona ayar çekmeye mecali ve lüksü kalmamıştır. Türkiye-İsrail ilişkilerindeki ayrışmayı, konjonktürel gelişmelere, yaşanan olaylara göre analiz edenlerin varacağı yanlış nokta bu yanlış tespittir. Zemin kaymıştır, iki ülkenin durduğu yer de, varmak istediği nokta da, kurmak istediği ilişki biçimi de değişmiştir. Bu değişiklik, Avrasya kuşağında çok şeyin habercisi olacak, ciddi denklem değişikliklerine yol açacaktır.
İlişkileri onarmak elbette mümkün. Elbette, yaşananların üstesinden gelmek, iki ülkeyi çok daha gerilimli noktalara sürüklemesinin önüne geçmek mümkün. Ama iki ülkeyi ortak bir hedefe, kadere yönlendirmek artık mümkün olmayacak. Yapılacak tek şey, gerilimi kontrol altında tutmak olacaktır. Türkiye ile İsrail arasında bundan ötesi olmayacaktır, böyle beklenti içinde olanlar, bu beklentiye yatırım yapanlar büyük hayal kırıklıkları yaşayacaktır.
Türkiye'yi kaybetmenin İsrail'e maliyetinin çok iyi hesaplanması gerekiyor. Kurulduğundan beri uyguladığı "periferi doktrini", İsrail'in adeta yaşam kaynağı oldu. Bulunduğu coğrafyada, Arap olmayan ülkeler/milletlerle, Arap olmayan azınlıklarla yakın olma, ittifak kurma stratejisi, en son Türkiye'yi de karşısına alan İsrail için çökmüştür. 1979'da İran'ı kaybetmiştir. Devrim öncesi en güçlü müttefiki, Araplar'a karşı ortak hareket ettiği Şah İranı'nı kaybetti. Öyle ki, İsrail ve Şah yönetimi, Bağdat'a karşı Kuzey Irak'ta en etkili güçtü. Şimdi İsrail için en büyük düşman İran'dır ve bütün dünyayı İran'a saldırıya ikna etmeye çalışıyor.
Ardından bölgenin en güçlü ülkesi Türkiye'ye ve Etiyopya'ya yöneldi. Kürtlere ve Marunilere yöneldi. Şüphesiz bu arayış içinde en büyük güç kaynağı Türkiye oldu. Yıllarca, Arap dünyasından kendine yönelen tehditler için Türkiye bir kalkan olarak kullanıldı. Elindeki en caydırıcı güç Türkiye oldu. Bu ülke, içerideki ortaklarıyla birlikte öyle hoyratça kullanıldı ki, hükümetler düşürüldü, hükümetle kuruldu, bu ülkenin vatandaşları kamplara ayrıldı, bazı çevreler öncelikli tehdit kategorisine sokuldu. Bütün bunlar, İsrail'in yüksek çıkarlarına göre belirleniyordu. Koca ülke, İsrail aşırı sağı ve ABD'deki malum çevrenin ortak çıkarları için oradan oraya savruluyordu.
Bu durum dramatik biçimde değişti. Şimdi buna tanık oluyoruz. İsrail için en bir "Arap olmayan" ülkeyi daha kaybediyor, aslında kaybetti. Şimdi ne yapıyor dersiniz? Kuzey Irak mesaisini alabildiğini artırıyor. İsrail'den Kuzey Irak'a sefer üstüne sefer düzenleniyor. Ekonomi çevreleri, siyasi çevreler, askeri/güvenlik çevreleri K. Irak yönetimiyle ilişkileri güçlendirmek için yoğun telaş içinde.
Ofer şirketi, Kerkük petrolleri dahil bir dizi görüşmek için geçtiğimiz ay bölgedeydi. Idan Ofer'in işadamları heyetiyle yaptığı bu ziyaretin ayrıntılarına inmek gerekiyor. Siyasi ve askeri yakınlaşma çabalarına dikkat etmek gerekiyor.
Elbette bu durumu yadırgamıyoruz. İsteyen istediği ülkeyle yakınlaşır ya da uzaklaşır. Ama "periferi doktrini" çöken İsrail'in son bir umutla Kürtlere yönelmesi bir stratejik değerlendirmedir. Berham Salih ve yönetimin de bunu bir fırsat gibi görmesi de öyle. O zaman PKK'nın son saldırılarının da böyle bir değerlendirmeye dayandığını pekala söyleyebiliriz.
Ancak bu girişim İsrail'in açıklarını kapatmaz, ihtiyaçlarını gidermez. Türkiye'yi kaybetmenin bedelini karşılamaz. Bunu pekala kendileri de biliyor. Bu yüzden ilişkileri onarmaya yönelik girişimlere mecbur olacaklar. Şu anki aşırı sağ koalisyon, bir basiretsizlik örneği olan iktidar bile bunun frakında. Ancak sert söylemler gözlerini kör etmiş durumda.
Bu bedeli İsrail ödeyecek. Ya koalisyon ödeyecek ya İsrail. Birini seçecekler. ABD'nin bölgeye yönelik beklentileri, hesapları ve Türkiye'nin pozisyonu göz önüne alındığında koalisyonunun ödeme ihtimali çok yüksek görünüyor. The Washington Post gazetesinin, "Netanyahu'ya Türkiye'den özür dile baskısı yapılacak" haberi gerçeği yansıtıyor.
Türkiye'nin durduğu yer sağlam. Bazı senaristlerin, korku tacirlerinin iddia ettiği gibi bedeli ödeyecek olan Türkiye olmayacak. Obama-Netanyahu görüşmesi sonrasını dikkatle izleyelim. Kimin bedel ödeyeceği bu görüşme sonrası belirginleşecek.