Gazze’de sürdürülen ambargonun tüm Uluslararası anlaşmalara aykırı bir davranış olduğunu nihayet birileri anladı.
Fakat asıl üzerinde durulması gereken konu, İsrail'in devletleşme süreci ve bu süreçte uyguladığı insanlık dışı uygulamaların tüm dünya tarafından anlaşılması ve bizzat İsrail Devleti tarafından uygulanan “devlet terörü”nün durdurulması olmalıdır.
Filistin topraklarının Yahudilerin ana vatanı olduğu safsatalarını ve zorlama tarih yorumlarını irdeleyen ciddi, tarafsız tarihçilerin ortak kanaati böylesi bir genel kanaatin doğru olmadığı yönündedir.
Kaldı ki Filistin topraklarında Yahudilerin kurduğu İsrail devletinden çok daha uzun ve çok daha kalıcı bir çok devlet vardır ve tarihin sayfaları aralanırsa bu bariz bir şekilde görülecektir. Yine tarihsel gerçekler ışığında Filistin bölgesinde Yahudiler hiçbir zaman çoğunluk bir halk olarak görülmemiştir.
Bu tespitler ışığında İsrail'in savunduğu ve kendilerince uydurulmuş efsanelere dayandırdığı toprak hakkı'nın inandırıcılığı yoktur. Nitekim ne kadar zorlasalar da, ne kadar kazılar ve araştırmalar yapsalar da buldukları doneler Yahudilerden daha çok başka başka medeniyetlerin varlığını gün yüzüne çıkarıyor.
Tarihi süreç içerisinde maruz kaldıkları sürgünler ve geçtiğimiz yüzyılda kendilerine uygulanan zulüm ve işkenceleri dünya kamuoyunun gündeminden hiç düşürmeyen İsrail'in, var olabilmek için Filistinlilere uyguladığı insanlık dışı vahşeti de bu bağlamda nefsi müdafaa gibi gösterme çabaları artık tamamen inandırıcılığını yitirmiş tezlerdir.
Filistin toprakları kadim geçmişi olan önemli yerleşim merkezlerinden birisidir. Kudüs'ün üç semavi din açısından da kutsal kabul edildiği gerçeği karşımızdayken o bölgelere İsrail'in tek başına hakim olması ve kendi dışındakileri yok sayan politikalarını sürdürülebilmesi artık mümkün olmamalıdır.
Çünkü Filistin halkı, Filistin topraklarının asli unsurudur ve hiç kimse bu gerçeği göz ardı etme çılgınlığını da gösteremez.
Hal böyle iken İsrail'in uyguladığı devlet terörü, gerçek yüzünü Gazze'ye insani yardım götüren gemilere yaptığı baskın ile göstermiştir. Silahsız, tek amaçları insani yardım malzemesi götürmek olan bir yardım gemisine hem de uluslararası karasularında; tüm dünyanın gözü önünde kanlı baskın düzenleyecek kadar pervasız ve gözü dönmüş bir devlet anlayışının dünya barışı açısından ne kadar tehlikeli olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.
Böyle bir baskını İsrail haricinde her hangi bir Ortadoğu ülkesinin düzenlediğini düşünelim bakalım. Sonucunu ne olacağının en somut örnekleri Irak ve Afganistan olarak karşımızda duruyor. Milyonlarca can kaybı ve fiili işgaller.
İran'ın nükleer enerji çalışmalarının uluslararası kamuoyundaki yansımalarını hepimiz dehşetle takip ediyoruz. İsrail gibi tescilli bir terörist devletin elindeki nükleer silahlara ses çıkarmayan Uluslararası kuruluşların İran'a uyguladıkları baskı ve tehditleri nasıl açıklamamak gerekir varın siz düşünün.
Kanlı gemi baskını sonrası gerçek yüzü iyice deşifre olan İsrail'in artık eskisi gibi rahat olamayacağı bir gerçek. Ama asıl gerçek şu ki İsrail varlığını komşu ülkelerin yani Ortadoğu deki tüm ülkelerin istikrarsızlığına borçludur.
Dünya kamuoyunun tepkisini absorbe edecek, Ortadoğu da kargaşa çıkaracak bazı eylem ve olaylara her kesin hazır olması gerekiyor. İsrail İslam ülkelerinde hiçbir zaman olmamış antisemitizmin yükselmesi için ve kendisini yine mağdur gösterebilmek için her yola başvuracaktır.
Özellikle Türkiye ve İran ekseninde bu tür provokasyonlara her kesin hazır olması gerekiyor.