İncelik soyadında olan kaba yazar, dışarıdan bakarak İslam'ı tenkit eden bir kitabı tanıtıp tavsiye ettiği bir yazısında, İslamcıların göremediği “gerçekleri” şöyle dile getiriyor:
“Örneğin, Kuran'da Hz. İbrahim'in çocukları ve bunların adları konusunda tam bir kargaşa olduğunu hiç duydunuz mu?... Öyle ki onların bir mi, iki mi (yoksa üç mü?) olduğunun belirsizliği bir yana adlarda da görürüz bu durumu. Önceden Yakub ve İshak diye anlatılırken, İbrahim suresinde, 'Kocamışken bana İsmail ve İshak'ı veren Allah'a hamdolsun' (İbrahim-39) denerek Yakub yok edilip yerine İsmail getirilir.”
Diyor.
Halbuki ne karışıklık ne de yok etme vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de İsrâil kelimesi iki âyette (Âl-i İmrân 3/93; Meryem 19/58) Hz. İbrâhim'in Hz. İshak'tan torunu olan Hz. Ya'kub'un ismi olarak geçmekte; kırk âyette ise Yahudiler “Benî İsrâil” (İsrâiloğulları) diye anılmaktadır.
“Örneğin 'zekât'ı sosyal devlete alternatif olarak ileri süren yorumcular nedense zenginlik ve fakirliğin İslamiyet'in savunup uyguladığı ekonomik sistemden kaynaklandığını görmezden gelirler. Zenginle fakir, patronla işçi arasındaki eşitsizliğin kaynağında ne bunların kökenleri, ne cinsel ayrımcılık, ne de ırkçılık önemli bir rol oynar; eşitsizliğin kaynağında mülkiyet ve kapitalist ilişkiler bulunmaktadır. Tüccarlığı yücelten bir din olarak İslamiyet faizciliğe göz yumar, kölecilik ve talancılığı korur.”
Diyor.
İslam'a dışarıdan bakar, bir de şaşı bakarsanız işte böyle saçmalarsınız. Yazarın özel mülkiyete ve sermayenin rolüne karşı olduğu anlaşılıyor. Buradan hareket eden sistemin iflas ettiği, zenginliği ortadan kaldırıp eşit refah düzeyi sağlamak yerine, bazı şahıs ve grupları zengin ettiği, çoğunluğu ise sefalet ve yoksullukta eşit kıldığı gerçeğini görmezden geliyor.
Servet farkı İslam'dan önce de vardı, sonra da var olmaya devam etti. Bunun böyle olması da tabîîdir. Zararlı ve kötü olan servet farkı değil, yoksulun sefaleti, ihtiyacını karşılayamamaktan kaynaklanan mutsuzluğudur. İslam işte bu sefalet ve mutsuzluğu ortadan kaldırmak için başta zekat olmak üzere birçok tedbir öngörmüştür. Bunlar yerine getirildiği takdirde, insanların mülkiyet hakkını ortadan kaldırmadan ve yoksulun da onurunu zedelemeden probleme çare bulunmaktadır.
“İslam'ın faizciliğe göz yumduğunu” söyleyebilmek için insanın gözünün anadan yumulu olması gerekir.
“Bu gerçekleri ancak dışardan nesnel bir bakışla görmek mümkündür. Bir İslamcı bunları göremez, görse bile bir hikmet arar. Tıpkı Prof. Afif Abdülfettah Tabbara gibi 'Cemiyetlerde aşağı derecede bulunan fakirler, o cemiyetler için huzursuzluk kaynağıdır' (İ.E.P. s. 12) diyerek için işinden çıkarlar.”
Diyor.
Tabbâra'nın sözü, “işin içinden sıyrılma”ya değil, problemi teşhis etmeye ve çare bulmaya yöneliktir. Onun teklifi de şudur: Cemiyet içinde “aşağı derecede” yoksulların bulunmaması için gerekli tedbirler alınsın (İslam'ın bu maksatla koyduğu kurallar, getirdiği çareler uygulansın) ve herkesin mutlu olduğu, temel ihtiyaçlarını karşıladığı bir toplumda huzursuzluk ortadan kalksın.
Köle ve talan işini bir başka yazıda ele alacağım.