Bir türlü çözüme kavuşmayan, kavuşamayan ve çözüme kavuşması iç ve dış bir kısım odaklar tarafından sürekli engellenen terör sorunu, çözüm sürecininde akamete uğramasıyla, çözümsüzlüğün getirdiği yeni yeni şekillere evrilerek; sosyolojimizi, psikolojimizi, iktisadi yapımızı ve istikrarımızı sarsmaya devam ediyor. Toplumsal sinir uçlarımıza belli periyotlarla 35 yıldır inen bu darbeler silsilesi, bütün tarafların kimyasını giderek artan bir dozda bozmaya devam ederken, devlet mekanizması, insiyaki olarak, her geçen gün, yüzünü sertleştirerek göstermeye başlıyor. Ve böylece, garson devletin kıymetini bilmeyenler, gardiyanlaşan devletle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Ve biz, Türkiye toplumu, bu sürecin gayri ihtiyari tarafları olarak, ister istemez içinde sürüklendiğimiz bu hengameyi çözümleyebilme adına tartışıyoruz. Her kesim, kendi mecraından soruna çözüm ararken, birde, çözüm ararmış gibi yapıp, bile isteye sorunu derinleştirmeye çalışan “Beyaz Türkler” cephesi var. Işte bu cephe, benim veçhemde “aslında Türk olmayıp Türkmüş gibi davranan” ve bütün ülke sosyolojisini, 100 yıldır, Hristiyan batı dünyası ve siyonizm adına ele geçirdikleri “Türk Devlet Mekanizmasını” kullanarak, en hoyrat şekilde ezen grubu oluşturuyor.
Türkmüş gibi davranıyorlarki, uluslararası sisteme karşı, neredeyse uzun soluklu tek baş kaldırıcı sosyolojik yapı olan tarihsel Türk yürüyüşünü, önce durdurup sonra yok ederek, sisteme altarnatif olma halkasının dışına iterken, o sosyolojik taleplerin taşıyıcı kolonlarını, kıyamete kadar kırma adına, onun ismini kullanarak, Müslüman ortadoğu toplum katmanlarına zulm ediyor (!) “du.” Yani, Türkler dahil, bütün Anadolu halklarına Türklerin adı kullanılarak zulmediliyordu. Koca Türk tarihinde, devlet isimlerinde Göktürkler hariç hiç kullanılmayan “Türk” kelimesinin, niye devletin adına çakıldığının(!) asıl sırrıda burda gizli ama bu konu bahsi diğer.
Aslında, mevzu çok uzun ve derin. Neresini nasıl toparlayacaksın ki? Ama tüm bu olanlar karşısında İslami refleks ile hareket ettiğini düşündüğümüz Türkiye İslamcıları’nın geldiği noktaya bakmakta fayda var.
Gardiyan devlet ile garson devlet arasında, tercihini, vicdanen ikincisinden yana yapan islamcıların, PKK ve Kürt Sorunu karşısında, kafalarının oldukça karışık olduğu ortaya çıkıyor. Her hangi bir terör olayı karşısında, devlet refleksi mi, yoksa İslami bir refleks mi verilmesi gerektiği noktasında, kafalarda muğlaklık olduğu çok açık. Devlet “İslam Devleti” olmayınca, sonuçta böyle oluyor tabi.
Anadilde eğitim gibi en doğal insani bir hak karşısında, kemalist devletçi bir refleks takınılması, “İbrahimi duruşu” bir vuruşta kurban ediyor! Halbuki, anadilde eğitim sorunu, İslamcıların değil, bizatihi kemalist kafa yapısının ürettiği necis bir sorundur ve biz islamcılar, Kürdistan’a Kürdistan demekten korktuğumuz gibi, Kürtçeye doğal yaşam alanı açılmasından da ürküyoruz malesef. Kemalistlerin ürettiği bu sorunu vicdanlarımızda çözecek tek soru şudur:
Hz. Muhammed aramıza gelse ve bu yasağı görse, bu yasağın uygulayıcılarına ve savunucularına acaba ne derdi?
Aslında, tüm bu korkularımız, elbette, çeşitli, reel tereddütlerden besleniyor olsa bile, hakkı yerine teslim etmek, bir Müslümanın birinci vazifesi değil midir? O zaman, Yeni Şafak Gazetesi gibi “İslami bir ruha sahip olduğu var sayılan” ve bu saikle hareket ettiği düşünülen ve de sloganı “Türkiye’nin Birikimi” olan bir gazetede, “İslamcılara göre Kürdistan neresidir?” başlıklı bir köşe yazısı kaleme alınıp, sonucunu da “T.C ve onu yöneten Ak Parti’ye göre Kürdistan diye bir yer yoktur” neticesine bağlanmamalı, bağlanamamalıdır.
Kaşgarlı Mahmud ve İbni Haldun’dan daha fazla İslamcı olması gayri mümkün olan günümüz İslamcılarına, Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügat’üt Türk adlı eserindeki dünya haritasına ve İbni Haldun’un Mukaddimesi’ne bakmalarını salık veririm. Osmanlı arşivleri ve tabi Meclis-i Mebusan kayıtları... Bu ülkenin parlamentosunda Kürdistan Mebusları vardı bir zamanlar. Ve “Misak-ı Milli” sınırlarıda buna göre tespit edilmişti.