Islam Tasavvurunda Denge
“…ve böylelikle sizi (vasat) dengeli bir topluluk kıldık ki insanlığa şahitler
olasınız…” (Bakara Suresi 2:143)
Denge; İslam ahlakının en omurga kavramı…Varlığın hal diliyle terennum ettiği senfoninin güftesi…Varlık orkestrasının şefi makamına atanmış olan insanın ontolojik levhasının üzerinde yazılı olan hayat verici mesaj…İslam akidesinin özet konsepti…Tevhid tam bir denge öğretisi ve şirk en fena dengesizlik…Denge risalet’in ana mesaji ve Muhammedi ahlakın tek kelimeyle anlatımı…Ümmetin yıldızları olan ashabın vahiy mühürlü ahlakı…Vahiyle inşa olmuş bir müminin psikolojisindeki havfu reca duruşu…Denge, kulluğun ruhu…Denge, ubudiyetin semeresi…Denge, Doğu ve Batı medeniyeti arasında köprü olan ,İslam’ın ikinci adı…Denge aklIn,vicdanIn,fitratIn ve vahyin ortak sesi…Denge hayat veren bir yüce ahlak…
a)Makro-kozmik ve Mikro-kozmik Denge
Denge, varlığın hal diliyle anlattığı bir ilahi hakikat. Evrendeki herşey denge ve ölçü içinde olduğu için hayattadır. Üzerinde yaşadığımız dünyanın güneşe olan mesafesine bakınız. Güneşe ne çok yakın ne de çok uzak olduğu için bu gezegende hayat var. Güneşe daha yakın veya daha uzak olsaydı bu yeryüzünde hayat olmayacaktı. Üzerinde yaşadığımız dünya hal diliyle “Dengede hayat var” demekte adeta. Bu dünyadaki her varlık dengeli olduğu takdirde hayattadır. Çiçeği çok sularsanız çürür ve susuz kalırsa solar ve ancak dengeli biçimde sulandığında onun için hayat vardır. Yaşadığımız şu dünyada gündüzler geceleri, geceler gundüzleri ve mevsimler mevsimleri kovalar. Sadece gecenin veya gündüzün olduğu yerler yaşanası yerler değildir çoğu kez. İdeal olan mekanlar tek mevsimin değil dört mevsimin yaşandığı yerlerdir. Gündüzlerin geceleri, güzlerin baharları ardı ardınca takip etmesinin ardında akıl sahipleri için çıkarılacak dersin ve ibretin denge olduğunu düşünürüm ben. Makro-kozmos, insana denge dersi vermektedir. Dengeli ol ki hayat bulasın ! mesajı vardır kainat kitabında.
Mikro-evren olan insan anatomisinin insan iradesine verdiği temel mesaj yine Ey insan dengeli ol ! mesajıdır. Çok sIcak olduğu zaman bedeniniz yanar ve yine çok soğuk olduğu zaman donarsınız. Vücudunuzun sıcaklık dengesi bozulduğunda ve soğuk olduğunda bedeniniz titreyerek veya çok sıcak olduğunda vücudunuz terleyerek tepki verir. Tıp dilinde “homeostatis” olarak bilinen bu hal dengede hayat var çağrısına bir misaldir sadece.
İnsan gözünün alt-eşiği ve üst eşiği vardır mesela.Çok küçük şeyleri veya çok büyük şeyleri görebilmek için mikroskop veya teleskop kullanmak gerekir.Ancak ideal olan göz alt ve üst eşiği olan insan gözüdür. Kimse teleskop veya mikroskop gibi bir göze sahip olmak istemez. Kulağınız için hakeza aynı şeyleri söylemeniz mümkündür. Kimse karıncaların ayak seslerini duyabilen bir kulağa sahip olmakistemez. Şayet insanların burnu her kokuyu alabilseydi sanırım hayat çekilmez olurdu.Demek ki en ideal olan uçlarda olan değil dengede olandır. İnsan bedeni insana bu mesajI verir.
insan bedeninde her organ dengeli olarak vazifesini yaptığı için insan fiziksel anlamda hayatına devam edebilmektedir. Mesela insanın böbrek-üstü salgı bezi ile tükrük-üstü salgı bezi arasındaki mesafe bir mikrondan daha yakın olmasına rağmen hiç bir zaman birbirlerinin işlerine karışmamaları Sani-ı Zülcelal ve Nakkası Ezeli olan Allah’ın bir harikasıdır. Zira böbrek-üstü salgı bezi idrar salgılamaya, tükrük-üstü salgı bezi ise tükrük salgılamaya yarar. Beyincikteki bu iki salgı bezi birbirine karışsaydı insan tükürük yerine idrar tadı alacaktı damaklarında. ilmi anlamda derinleştikçe kainatın ne kadar muazzam bir denge içinde olduğunu fehmetmemiz mümkündür. Öyleyse evrende herşey Dengeli ol ey insan ! mesajiyla kozmik koroda çatlak ses cıkaran insanı inzar etmektedir.
b)Ontolojik Denge
Kozmik koronun şefi makamında halife-i rui zemin liyakatindeki insanın teoontolojik levhasının üzerinde yazılı olan gizli mesajin yine denge olduğuna inanırım ben. İnsanIn teo-ontolojisi “Hame-i Mesnun” yani çamurdur. Hicr suresinin 26. ayetinde geçen bu kavrama bakıldıgında insanın özünün çamur olduğuna atıf yapar vahiy. Dolayısıyla insanın oluşumunu hava,su,toprak ve ateş gibi dört temel unsurun etkileşime geçirilerek varedildiğini açıklamak mümkündür. Çamur özü itibarıyla anasir-i erbaa’nın birleşmesidir. Evrendeki bu dört temel unsuru dengeleyen bir yapıya sahiptir vahyin tarif ettigi insan özü.
İnsan ontoljik olarak dengeleyici bir yapıya sahip olduğu için ahsen-i takvim (en güzel kıvamda) yaratılmıştır. İşte şeytan bu en güzel dengeliyici yapıya karşı çıkarak dengesizlik yapmış ve “O çamurdan ben ateşten” diyerek insan ontolojisindeki hem mutevazi hem dengeleyici yapıya tekebbür ederek karşı çıkmıştır. Halife olan insanın özü dört unsuru bünyesinde taşıyan çamurdur. En ideal olan dengede olandır.
İnsan bir yönüyle “ ahsen-i takvim” yani en güzel kıvamda varedilmiş olan ve diğer yönüyle esfel-i safilin yani en aşağı olandır. Dolayısyla insan ne melek gibi ne de hayvan gibidir. İnsan melekler gibi hatasız olan değildir ancak yeryüzünde halife olmak insana aittir.Hilafet hakki hiç günahsız ve hatasız olan meleklere değil insana aittir. Demek ki vasat yani orta ümmet olmak ideal olmaya sebebtir.
Öyle ya halifelik niçin hata yapmaya eğilimli insana verilmişte hiç hata yapmayan meleklere verilmemiştir? Dolayısıyla şahitler olabilmek vasat olmakla ve kalmakla mümkündür.
c)Tevhid ve Akidevi Denge
İslam akaidinin en temel konsepti yine dengedir. islam tevhidi, ateism ile paganism arası bir denge duruşudur. Ateizm bir dengesizliktir. Kitap katipsiz, iğne ustasız olmaz öyleyse varoluşu Allahsız açıklamak bir çeşit dengesizliktir.Bir şeyden herşey yapan her şeyi birşey yapan her şeyin yaratıcısı olan o tek şeydir.
Ancak diğer taraftan vahyin tanıttığı Allah tüm pagan unsurların ötesinde bir İlahtır. Vahyin tanıttığı Allah ne şintoistlerin Güneş Tanrısına, ne antik Yunan’in Hermesine veya Afroditine, ne eski Mısırın Hotor tanrısına veya Apis öküzüne benzemez. Zira O, eşsiz ve benzersiz olan ve akla geldiği zaman mutlaka zihni tahayyulden çok başka olandır. Onun için önce “La ilahe” yani Tanrı yoktur sonra
“İllallah” yani ancak Allah diyerek tevhidi ifade etmiş oluruz. Dolayısıyla tevhid ateism gibi tanrıyı tanımayan bir bakışı tamamen yadsırken tanrıyı eşyalaştıran veya insanlaştıran zihniyetide reddeder. Onun için tevhid en büyük denge şirk en büyük dengesizliktir.
Tevhid ifadesi olan “La ilahe illallah” denge duruşu olduğu gibi bu ifadenin ikinci kısmı olan “Muhammeden abduhu ve resulühü” yine bir çesit denge çağırısıdır. Muhammed, Allah’ın kulu ve elçisidir ifadesinden anlaşılacağı gibi İslam akaidi peygamberini önce Allah’ın kulu ve sonra elçisi olarak kabul eder. Onun için
İslam akaidinde peygamber sevgisi denge içinde olmak mecburiyetindedir. Kur’an geçmiş vahyin mensuplarını peygamberlere olan sevgide dengesizlik yaptıkları için eleştirir. Bir taraftan Yahudilerin peygamber öldürme sabıkası ile sabıkalı olduklarını hatırlatırken diğer taraftan İsevilerin peygamberlerini tanrisallaştırdıklarına atıf yapar. Zaten hem peygamberi olağanüstü hale getirmek hemde onun fiziken yok olmasına çalışmak yani katletmek peygamberlik kurumunu yok etmeye yönelik birer saldırıdırlar.İkiside aynı kapıya çıkar. Onun için Allah resulü (sa) böyle bir temayülün oluşmasına hiç bir zaman musaade etmemiştir. Medinede oğlu vefat ettiği dönemlerde güneş tutulmuştur.Medine halkı ise güneşin tutulmasını peygamberin oğlunun vefatıyla ilişkilendirmişlerdir.
Allah resulü’nün oğlu vefat etti onun için güneş tutuldu şeklinde bir vaveyla kopmuştur. Ancak Allah resulu derhal hutbeye çıkmış “Allah bir ölümlü için yasalarını değiştirmez” demiştir. Allah resulü’nün bu çıkışı vahyin önceki mensuplarının İsa (as)’ı insan-üstü olarak algılamalarından kaynaklanıyordu.
Böylesi bir akidevi hastalığın önüne geçmek için gerek vahiy gerekse vahyin peygamberi hep hassas olmuşlardır. İslam akidesinde peygambere ne hürmetsizlik yapılır ne de o, insan-üstü bir konumda değerlendirilir. Zaten peygamberlik kurumunun yaşaması içinde gerekli olan böylesi bir dengedir.
d)Peygamberleri Sevmede Vahyin Dengeye Teşviki:
Vahiy bir çok yerde peygamberlerin beşer olduğuna vurgu yaparak onların zellelerine (hata-surcme) işaret eder. Bu konuda en meşhur olanı Yunus (as) kıssasıdır.Saffat suresi Yunus’un peygamber olmasına rağmen Allah’ın izni olmaksızın bulunduğu beldeyi terkettiğini ve bundan dolayı cezalandırıldığını vahyin muhataplarına tezekkür ettirir. Musa peygamberin bir Mısırlının ölümüne sebeb olduğunu Kasas suresi anlatır bize. Adem, Nuh ve İbrahim peygamberlerin yine zellerine işaret eder vahiy. Son olarak ise Abese suresinin ilk on ayetinin Allah resulünü tazir eden ayetler olduğunu hatırlamak gerekir. Bir garibin anlık ihmali Allah resulünün tazir edilmesine sebeb olmuştur.
Bunlarin vahyin dilinde zikredilmesinin hikmeti ne olabilir? Bu soru yerinde bir sorudur. Zira bu insanlar müstesna insanlardır zira Allah’ın resulleridir. Şayet Allah es Settar olan ise yani hataları örten ise bu insanların hatalarını niye dile getiriyor?
Kuşkusuz bundaki en muhim hikmet vahyin muhataplarını sahih bir peygamber sevgisiyle inşa etmek içindir. Zira dinler tarihi, peygamberlerini tanrısallaştıran kavimlerin misalleriyle doludur. Peygamberlerin sevgi hiyerarsşisindeki dengesini inşa etmek için ve o insanların da beşer olduğunu hatırlatmak için vahiy peygamberlerin zellelerinden bahsetmektedir. Yani vahiy şunu demektedir : Ey vahyin muhatabı ! Sakın senin tasavvurundaki peygamber algısı Allah tasavvuruyla karışmasın. Peygamber de olsa insanlar sürçer dolayısıyla hatadan münezzeh ve muberra olan sadece Allahtır. Allah tasavvuru ile peygamber tasavvurunun karıştığı en tipik misal Hristiyanliktaki teslis inancıdır ancak elbette bu kafa karışıklığı sadece onlarda sınırlı kalmaz ve bir çok mitolojik karakterdede bir sapma olarak görülür Mesela. Nuh (as) kavminde ki putların bir kısmı aslında o kavimlerin tarihinde iyi işler yapmış insanlardır ancak zamanla lider tasavvuru ile tanrı tasavvuru birbirine karışmış ve onlar o kavmin tapındığı paganlar haline gelmiştir.
e)Sahabeyi Sevmede Vahyin Dengeleyici Tasavvuru
Vahyin tasavvurunda sahabeyi sevmekte bir denge içindedir.Kur’an bir taraftan ashab-ı kiramı Ali İmran suresinde (3:110)“InsanlIk tarihinin en hayırlı topluluğu” olarak tasvir ederken diğer taraftan Hadid suresinde Allah resulü(sav) hutbedeyken onu yalnız bıraktıklarından ve Medineye giden ticaret kervanının peşinden gitmelerinden bahseder. (57:10) Mesela Tevbe suresinde “Allah onlardan razı olmuş onlar da Allahtan” (9:100) diyerek onlardan övgüyle bahsederken Al-i İmran suresinde Uhud savaşında onların ganimet hevesiyle dağıldıklarına vurgu yapar.
Bu konuda daha başka örneklerde verilebilir ancak vahyin bu iki tabloyuda örnek olarak vermesinden maksadın vahyin mu’minlerini sahabeyi sevmede dengeye daveti aşikardır. Her şeyde olduğu gibi sahabeyi sevmede dahi denge esas tutulmalı ve onların bir beşer olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Ziradinler tarihi dini önderlerin ilahlaştırılması örnekleriyle doludur. Bugün protestan kilisesinin kabul etmediği ancak Katolik kiliselerince devam edegelen havarilere yönelik aşıri tazim bu ümmetin insanlarında olmaması gereken bir sapmadır. Onun için vahiy bu ummetin insanlarını sahabeyi sevmede dengeye davet etmektedir.
f)İslami Şahsiyetin Esas DuruŞu olarak Denge
Denge, vahiyle inşa olmuş şahsiyetin esas duruşudur. Kur’an ne zaman cehennem tasviri yaparak Allah’ın gazabını hatırlatsa ardında ki ayetlerde hemen cennete atıf yaparak Allah’ın rahmetini hatırlatır. Zira kalbin ucub ve yeis olmak üzere iki bilinen hastalığı vardır. Ucub kişinin ameline güvenme ve kendisi için cenneti garanti olarak görme zaafıdır. Yüreğinde ucub hastalığı olan kişi adeta şunu der : Ben cennete gitmeyecemde kim gidecek ? Bu bir ruhi dengesizliktir ve aşılması gerekir. Yeis hastalığı kişinin Allah’ın rahmetinden umudunu keserek cehennemi kendisine garanti olarak görmesidir. Yüreğinde bu hastalık olan kişi adeta söyle der: Ben Allah’ın lanet ettiği zavallı bir insanım Allah beni asla affetmez. Bu da bir ruhi dengesizliktir ve aşılması gerekir. İşte bu iki yürek hastalığını islah etmek için vahiy hem Allah’ın gazabına hem rahmetine beraber atıf yapar.
O halde vahiyle inşa olmuş şahsiyetin esas duruşu nasıl olmalıdır? Bunun İslami terminolijide ki karşılığı Havf-u Recadir. Havf Allahın gazabından korkma Reca ise Allah’ın rahmetine yönelik duyulan umuttur. Ebubekir(ra) nispet edilen şu söz bize tam da kastettiğimiz anlamda denge dersi vermektedir: “Tek kişi cennete gidecek deseler onun ben olacağını umut ederim ve yine tek kişi cehenneme gidecek deseler o kişinin ben olacağından korkarım. Onun için inanmış bir şahsiyet, ne hodbin ne de bedbin ancak hakikatbin olandır. O, Suhreverdi gibi gecenin bağrına “Ey gece! Karar kararabildiğin kadar zira senin karanlığının son noktası aydınlığın başıdır” diyerek bir nida salar.O, hayatını korku ve umut arasında yaşar.
g)İslam Epistemolojisinde Denge
İslam epistemoljisine göre,insanı hakikate ulaştıran üç temel araç vardır ki bunlar vahiy,akıl ve sezgi olarak bilinir. İslam epistemoloji tarihinde bu araçlara yoğunlaşan üç temel okul çıkmıştır. Bunlar; akla yoğunlaşan Burhan mektebi, rivayete yoğunlaşan Beyan mektebi ve sezgi’ye yoğunlaşan irfan mektebi olarak bilinir.Burhan okulu ;İbni Sina, İbni Rüşd, Biruni gibi dev isimleri yetiştirmiş, Beyan mektebi, İbni Kayyim, İbni Kesir veya ibni Teymiye gibi önemli alimleri yetiştirmiş ve yine İrfan ekolu ise Mevlana, Ahmed Yesevi, Abdulkadir Geylani gibi gönül insanlarını yetiştirmiştir. Bu okulların içinde yetişen insanlar aklı, rivayeti ve duyguları farklı yöntemlerle kısmen de olsa dengelemeyi başarmışlardır.
İslam dünyasında yaşadığımız son beş yüzyılda epistemoljik sorunların temelinde yukarıda bahsi geçen üç temel değere yoğunlaşmadaki dengesizlik yatmaktadır. Kimisi sadece akla yoğunlaşmış ve rivayeti ve duyguları ihmal etmiş, kimisi salt rivayete yoğunlaşarak akli mefluc etmiş ve dondurmuş, kimisi ise sadece duygulara yogunlaşarak hem aklını arkaplana atmış hemde idrak edilmek için gönderilen Allah’ın kitabını anlamak için değil hissetmek için okumayı kendine yeterli zannetmiş.
Mustafa İslamoğlu’nun tabiriyle İslam dünyasında üç tür Kurban vardır. 1. Kitap kurbanları 2. Tespih Kurbanları 3. Silah Kurbanları
Kitap kurbanları, sadece akla yoğunlaşan ve İslami entellektuel düzeyde yaşayan zumredir. Konuşmak ve entellektuel düzeyde fikri munazara yapmak onların en temel vasfıdır. Ancak iş yapmaya gelince o konuda cok geri planda olurlar. Hayatları adeta kitapların arasında geçer ancak aksiyon asla yoktur hayatlarında.Tespih kurbanları ise hayatlarını bir duygu dünyası içinde yaşarlar.
Hayattan kopukturlar . Bir İslam Şurasi kurarak müslümanların sorunlarını konuşmak yerine rüyalarında geçmiş insanlarla istisare ve istihare yapmayı tercih ederler. Mahallesinde aç insanlar, ülkesinde ki müslümanlara yapılan zulümler hiç gündemlerinde değildir. Onlar, gassalin elinde meyyit olmayı kuffarın elinde şehit olmaya tercih ederler. Silah kurbanları ise dini siyasal düzlemde yaşarlar.
Başörtüsü sorunu olunca sokaklara dökülürler ancak ahlaki konudaki zaafiyetleri ile yaptıkları ile çelişirler. Filistin konusunda haklı olarak duyarlıklarını gösterirler ancak mevzuyu anlayabilecek bir entellektuel yapıdan yoksundurlar.Kalk ihtilal oldu sloganı onların kulaklarına ezan-ı Muhammediden daha sevimlidir.
Oysa ki akıl,vahiy ve duygular birbirinden ayrılamayacak gerçekliklerdir. Akıl ile vahiy arasındaki ilişki göz ile işık arasındaki ilişkiye benzer. Akıl olmazsa vahiy, vahiy olmazsa akıl yetersiz kalır. Ancak göz ve işık olduğunda bu iki araç insanın sadece bakmasına yardımcı olur. Görebilmesi için ise duygulara ihtiyaç vardır.
Bundan dolayıdır ki akıl,nas ve sezgi bir bütün olarak değerlendirilmelidir. İmam Satibiden tevarüsle, Mustafa İslamoğlu, akıl zaruriyata, nas haciyata ve sezgi tahsiniyata tekabul eder diyerek önce aklın sonra nasların ve sonrada sezginin bir bütün olarak kullanılmasını tavsiye eder. Bu uç değer beraber kullanılmadığı takdirde İslam epistemolojisinde ciddi sorunlar meydana gelir.
h)Kullukta Denge Esastır
Denge, kulluğun minhacı ve tum ibadetlerin meyvesidir. Kulluk, itidali gerektirir. Bir hadiste, Allah resulü (sav) “Yarın ölecekmiş gibi ahiretine hazırlık yap ve dünyadan nasibini unutma…” buyurur. Allah resulü (sav) bize dünya ve ahiret dengesi kurarak kulluk yapmamızı tavsiye eder.Zekatın kırkta biri farzdır ancak bir insanın kazandığının hepsini infak etmesi caiz olmaz. Oruç, Ramazan ayında farzdır ve yine Pazartesi ve Perşembe günleri tutmak sünnettir ancak yılın hepsini oruçlu geçiren kişi hic tutmamış gibidir. Allah resulü(sav) “Efdal olan ibadetin az ve sürekli” olan olduğunu vurgular.
Kulluğun bir metot olarak dengeli şekilde ifa edilmesi gerektiği gibi aynı zamanda kulluğun meyvesinin de de denge olduğunu hatırlatmak gerekir. Mesela namaz insanın hem vaktini hem hayatını dengeli olarak yaşaması gerektiğine yönelik bir fiili öğretidir. Namaz kılan kişi aynı zamanda varlık hiyerarşisindeki yerini anlar ve kıyamında kusurlarını , rükusunda güçsüzlüğünü ve secdesinde muhtaçlığını idrak ederek bunlari itiraf eder. Böylelikle haddini aşmaz ve tekebbure hakkının olmadığının müdriki olur.
Oruç ise insanda beden ve ruh dengesini sağlar. Oruç tutarak ruhun, iftar yaparak bedenin hakkını vermiş olur. İftar ettiğinde sahip olduğunun en güzelini iftarlık yapar. Müslüman orucunun, keşiş rahiplerinden farkı budur. İslam, insan bedenin ruhçu inanışlardaki gibi suç olarak algılamaz bilakis onu Allah’ın emaneti olarak görür. Açlık ile aczini idrak eder ve tekebbüre hakkının olmadığını anlar.
Zekat ise acziyetini idrak eden insana “Sen malın geçici de olsa sahibisin ama sakın mal senin sahibin olmasın” mesaji vererek adamanın harcamanın zıddı olduğu gerçeğini hatırlatır.İnsanların çoğu, mal ve dünya sevgisindeki dengeyi kuramadıkları için şu fani hayatın içinde ya edilgen bir nesne veya miskin bir keşiş olurlar. Oysa ki Kur’an önce kazanmaya ve sonra infak etmeye teşvik eder. Kazanmaya teşvik ederek kişiyi hayatın içinde özne kılarken infak etmeye teşvik ederek kişiyi malın kölesi olmaktan kurtarır.
Şayet bu denge bozulursa kişi maddenin kulu olur ve o maddenin değil madde onun sahibi olur.Zekat aynı zamanda toplumda ki zengin-fakir iletişimindeki dengesizliği ortadan kaldırmak içindir. Toplumdaki kargaşa ve sorunlar bu tür dengesiz yapılanmalardan kaynaklanmaktadır. Zengin kişi fakire infak yoluyla maddi anlamda destek olduğu zaman sadece aradaki maddi dengesizlik bertaraf olmaz aynı zamanda fakirin sermayeye bakışını positif kılarak dengeler. Böylece, mülkiyet hırsızlıktır türünde sermayeyi illegal gören zihni dengesizlik ortadan kalkmış olur.
Hac ise yureği dünyaya meyilli insanı dengeleyerek kişiye hayatın içinde bir mahşer provası yaptırır. Dunyanın geçiciliğine yönelik yapılan bu prova insanı kendisine yönelterek dünya-ahiret dengesini kurmaya teşvik eder.Kuşkusuz, İslamın tüm emirlerinde denge esası vardır. Denge, İslam’ın anahtar kavramıdır.
i)Aliya izzetbegoviç ve İslam’ın Medeniyetler Arası Köprü Olma İşlevi
Aliya İzzetbegoviç, İslamın medeniyet olarak bir denge medeniyeti olduğunu ifade eder. Ona göre İslam, doğu medeniyeti ile batı medeniyeti arasında köprü konumundadır. Begovice göre dünya görüşleri uç kümede toplanır.Doğu medeniyeti olarak kastettiği, Hind-Hristiyanlık ve İdealizm doğrultusundaki Buda, Eflatun,Hegel,Kant veya Henry Bergson gibi ruhçuluğu esas alan anlayış diğer taraftan ise batı medeniyeti, yani Yunan, Yahudilik veya Materyalizm dogrultusunda Aristo, Hobbes,Marx ve Russel gibi maddeyi esas alan dünya görüşleridir. Bu anlayışların birinci kategoride yer alanı ruhçuluğu esas alırken ikincisi maddeyi esas alır. Biri tamamen maddeye yoğunlaşırken diğeri ruha yoğunlaşır.
Aliya Izzetbegoviç der ki; tarih bu iki kutuplu dualizmin sürekli çatışmasının tarihidir. İnsanlık sürekli ruh ile madde, soyut ile somut, nitelik ile nicelik, manastır ile okul, rahip ile şovalye,kilise ile labaratuvar, ahlak dramı ile yaşam gerçeği arasında gidip gelmiştir.Ancak İslam bu iki dünya arasındaki köprü konumundadır.
Dolayısıyla İslam; manastır ile okulu, fizik ile metafiziği, ruh ile maddeyi birleştiren tevhidi bir dünya görüşüdür. Ali Şeriati Muhammed İkbal isimli calışmasında tarih boyunca bu ikili çatışmaya atıf yapar. “Lao Tse, Çin toplumunu ahirete yöneltti ve sonra Konfüçyüs onları tekrar dünyaya çekti. Batı da ise yine aynı durum yaşandı.Roma, hristiyanlık mistisizmi ile Batı toplumunu ahirete yöneltti ve sonra batı Rönesans ile tekrar dünyaya ve postivizme yöneldi” Bu iki kutuplu dualizm hep görüldü. Zira ifrat tefriti , tefrit ifratı körükleyendi. Oysa ki İslam, bu ikisi arası dengeyi sağlayacak değerler sisteminin adıdır der Begoviç.
Dolayısıyla İslam bir denge dinidir ve medeniyetler arası muvazene unsuru olma ozelliğini muhafaza etmektedir. İslam toplumlarının, bu medeniyetler arası köprü olma işlevini tekrar kazanabilmesi için medresedeki ilim, tekkedeki ahlak ve kışladaki disiplin anlayışı ile kendilerini yeniden yapılandırmaları gerekmektedir.
Daha başka anlatımla ruh ve madde dengesizliği ortadan kaldırılmalıdır. İslam ne tekke ruhbanlarının algıladığı gibi terk-i dünya diyerek bu dünyanın sorunlarına kapalı yaşamak ne de bir takım siyasileşen guruhlar gibi İslamIn sadece sosyal ve siyasal taraflarIyla ilgilenip kulluk hayatına yönelik sorumlulukları unutmaktır. Öyle olduğu takdirde İslam bir medeniyet olarak tekrar hayat bulacaktIr. Zira dengede hayat vardIr.
j)Sosyal Olaylara Tepki Vermede Denge
Her şeyde olduğu gibi sosyal olaylara tepki vermede yine dengeli olmak İslam siyasetinin önemli bir metodudur. Itidalli tepki verenlerin uzun ömürlü işler yapabilmesi mümkündür. Dolayısıyla nasıl ibadette denge esası korunuyorsa siyasette de denge esası muhafaza edilmelidir. Öyle olduğu takdirde o sosyal hareketin uzun ömürlü olabilmesi mümkün olacaktır aksi takdirde marjinalleşmeye ve yok olmaya mahkum kalacaktır.
Bu konuyu daha iyi açıklayabilmek için somut bir misal vermek daha doğru olacaktır. Mesela hilafetin kaldırılmasından sonra Anadoluda farklı tepkiler ve hayal kırıklıkları yaşandı. Bu tepkilerden en itidalli olanı daha uzun ömürlü olabilme şansını elde etti. Bu tepkilerden biri Şeyh Said tepkisi idi ve bu tepki silahlI bir tepkiydi. Dolayısıyla bir ayaklanma yaşandı ve sonuç olarak bastırıldı. Şeyh Said ve arkadaşları idam edildi.Hareket bastırılmış oldu. Bir diğer tepki ise onun tam tersi Ahmet Hamdi Akseki tepkisidir. Akseki, sistemin bir parçası oldu ve Diyanet işleri başkanlığı yaptı. Mustafa Kemal’in övgüyle bahsettiği isim oldu.
Ancak bir üçüncü tepki olan Said Nursi tepkisi bu konuda en itidalli olanıydı. O, ne sistemin içinde yer aldı ne de Şeyh Said gibi silahlı tepki Verdi. Kendisine teklif edilen Şark Umumi vaizliği gibi resmi vazifeleri redderek meclisi terketti ve Risale-i Nur isimli eserini yazmaya devam etti. Siyasete mesafeli kalarak ince bir siyaseti tercih etti. Sine-i millete dönerek iman hizmeti yaptı. İşte onun için kanimca taraftar bularak sempati kazandı. Zira itidalde her zaman hayat vardır.
Netice-i kelam:
Hayatın her alanında denge esas olmalıdır ki insanlığın önünde şahitler olalım.
Vahiy öyle diyor : “ …ve böylelikle biz sizi dengeli ummet kıldık ki insanlıgın önünde şahitler olasınız…”(2:143)
Bugün dahi yaşanan problemlerin temelinde dengesizlik yatmaktadır.