İsviçre, nüfusunun yüzde beşini tehdit ilan etti. Onların inanç özgürlüklerine, bütün Avrupa'ya emsal teşkil edecek ağır bir darbe indirdi. Yarın Fransa da nüfusunun onda birine, Müslüman oldukları için, aynı tavrı gösterirse, Almanya aynı tavrı gösterirse, diğer Avrupa Birliği ülkeleri aynı tavrı gösterirse ne olacak?
Yarını yok, bugün yapıyorlar zaten. Avrupa, Dünya Savaşı'ndan bu yana, bedel ödeyerek oluşturduğu en önemli zenginliğini; çok kültürlülük ve özgürlük söylemlerini birkaç yılda silip atmıştı zaten. Vatandaşlık yasaları değiştirilirken, anti terör yasaları değiştirilirken faşizan uygulamalara ve yasal düzenlemelere gidilirken güvenlikten kültür politikalarına kadar yönelişler yabancı ve Müslüman düşmanlığına oldu. ABD'nin, “İslam düşmandır”, “İslam tehdittir”, “Batı medeniyetine meydan okumadır” söyleminin ve buna bağlı küresel müdahalelerinin bedelini bütün insanlık öderken, bu tutum artık şiddetle sorgulanırken Avrupa, dünyanın tersine “yeni düşman”a kilitlendi.
4-7 Haziran tarihlerinde yapılan, 27 ülkeden 375 milyon Avrupalı seçmenin Avrupa Parlamentosu'nun 736 milletvekili için oy kullandığı seçim sonuçlarına ve bugünkü Avrupa siyasi kimliğine bakalım:
AP'nin altı milletvekilinden biri Avrupa Birliği düşüncesine inanmıyor. 736 milletvekilinden 120'si yabancı düşmanı ya da ırkçı. 27 ülkenin 20'si muhafazakarlar tarafından yönetiliyor. Artık Avrupa düşüncesinden çok ulusal tezleri öne çıkaranlar zafer kazanıyor. Merkez sağ ve aşırı sağ oyları giderek yükseliyor. Tarihinin en kötü ekonomik krizi Avrupa'da milliyetçilik rüzgarları estiriyor. Son AP seçimlerin en etkili propaganda aracı Türkiye ve İslam karşıtlığı oldu. Kriz farklı ve bencil bir Avrupa şekillendirmeye başladı. AB düşüncesi jeopolitik eksenden medeniyet eksenine, Hristiyan değerleri eksenine kayıyor.
AB seçimlerinden hemen sonra, artık yeni Avrupa'nın şekillendiğini görmemiz gerektiğini, hesapların yeniden yapılması gerektiğini, Avrupa'nın içine kapanmaya, dünya ile yabancılaşmaya, en önemlisi de İslam düşmanlığının merkezi olmaya doğru gittiğini vurgulamıştık. Karikatür krizi, daha da önemlisi bu saldırganlığın sahiplenilmesi, kolektif tavır alınması, Müslümanların ve yabancıların Avrupa'dan dışlanmasına yönelik “devlet eliyle” örtülü operasyonların yapılması güçlü işaretlerdi.
Bugün, yabancı düşmanlığı ya da İslam karşıtlığı, sanıldığı gibi, bazı aşırı sağ siyasi partilerle, örgütlerle sınırlı değil. Atlantik'ten Doğu Akdeniz'e uzanan beş yüz milyon Avrupalı, merkez ülkelerin derin operasyonları, yönlendirmeleriyle ortak bir düşmana karşı tahrik ediliyor. Müslümanlara yönelik kampanyalar, doğrudan bu derin çevreler tarafından planlanıyor, yönetiliyor. Almanya'daki kundaklama olayları da böyleydi. Türklere ait onlarca ev yakıldı, bir kişi bile yakalanamadı. Bütün dosyalar gizli bir el tarafından kapatıldı. Siyasi söylemlere, uluslararası kamuoyunun tepkilerini hesaba katan açıklamalara inanmak isteriz ama bunlar gerçeği yansıtmıyor.
Ekonomik krizin bunalttığı, bencilleştirdiği, AB düşüncesini sarstığı Avrupa giderek hırçınlaşıyor, tahammülsüzleşiyor, ulusal politikalara yöneliyor, aşırı sağı besliyor. Siyasi partiler, devletler kitleleri ortak düşmana yönlendiriyor. Bu ortak düşman üzerinden iktidar sağlanıyor, güvenlik politikaları geliştiriliyor. AB dünyaya model olma özelliğini hızla kaybediyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün “vizyonsuzlukla” suçladığı Avrupa her geçen gün daha da belirginleşiyor. 21. yüzyıl dünyasının gidişatına ters istikamette yol alan bir Avrupa izliyoruz.
İsviçre'deki referandum, Avrupa ortak kanaatini yansıtıyor. Yakında diğer ülkelerde de benzer yasa değişiklikleri, referandum girişimleri izleyeceğiz. İtalya'da Kuzey Ligi girişimini başlattı zaten. Özellikle Kıta Avrupası'nda bunun yeni örneklerini izleyeceğiz. Ardından İslam ve Müslümanlar konulu yeni, kısır, önyargılı, sığ tartışmalar izleyeceğiz. Bu duruma en fazla biz değil, AB'nin geleceğini düşünen Avrupalılar üzülecek.
Açık konuşalım: AB bu yönde devam ederse bizim için bir örnek olmayacak. Türkiye ve Müslüman dünya hesaplarını yeniden yapmak zorunda. Böyle de oluyor, “kayıtsız şartsız AB” yaklaşımı güç kaybediyor. Türkiye ve bölge ülkeleri hem kendi aralarında yakınlaşıyor hem de dünyanın başka bölgeleriyle, güçleriyle sağlam ilişkiler kuruyor.
Fransa'da yayınlanan La Monde Diplomatique; Haziran 2009 sayısında yer alan; “Türkiye AB'ye sırtını dönerse jeopolitik deprem yaşanacak”, “Türkleri hafife almayın. Türkiye'den, Batı'dan Doğu'ya ve Kuzey'e doğru jeopolitik bir kaymanın sesini duyan Obama, haklı olarak, kalktı bu ülkeye geldi. Brüksel, gıcırdayan tektonik plakaların uğursuz sesine kulak vermiş gibi görünmüyor. Türkiye artık kendini zengin adamın kapısında içeri alınmayı bekleyen biri gibi görmüyor. Brüksel tarafından geri çevrilirse gideceği daha pek çok yer var” şeklindeki cümleler aslında daha kapsamlı gerçekleri ortaya koyuyor.
Türkiye'nin tam üyeliğine direnmelerinin tek sebebi bu ülkenin Müslüman oluşu. Gerisi hikaye. Avrupa, sadece Türkiye'ye karşı değil, kendi dışında herkese karşı artık! Bu yüzden İsviçre'deki minare yasağı, aşırı sağa kayan yeni Avrupa'nın ortak tavrını temsil ediyor. Bu yüzden minareye yasağına, başka Avrupa ülkelerinde yeni örnekler eklenecek. Bu yüzden minare yasağı ile Türkiye karşıtlığı aynı bakışı yansıtıyor, aynı adreslerden yönetiliyor.