Konumuza kaldığımız yerden, Efendimiz (as) ve Hz Ömer (ra) döneminden iki olayla devam edelim.
Abbad bin Şurahbil (ra) anlatıyor:
“Açtım. Buğday tarlalarından birine girdim. Başakları ayırdım, tanelerini tam ezip kendimce bir şeyler yapıp yiyecektim ki, tarlanın sahibi geldi. Baktı ki başaklar kopmuş, etrafa saçılmış, beni dövdü. Elbiselerimi soydu ve aldı.
Ben de direkt Resulallah' a (as) gittim. Onu şikayet ettim.”
-“Açtım Ya Resulallah (as), karnımı doyuracaktım. O da geldi beni dövdü, elbiselerimi aldı.” dedim.
Resulallah (as) tarla sahibini çağırdı.
Ve adama:
-Niçin böyle yaptın? diye sordu.
Adam:
-Ama ya Resulallah (as) o da tarlama girmişti, hırsızlık yapıyordu…
Resulallah (as) ona kızdı ve azarladı:
-“O bilmiyordu, sen öğretmedin. O açtı, sen doyurmadın. Kalktın bir de elbiselerini aldın. Ona elbiselerini hemen geri ver.”
Ve Resulallah (as) bana koca bir ölçek buğday verdi. Ben de buğdayı evime götürdüm.
Bir örnek de Hz Ömer (ra) döneminden...
Yahya bin Abdurraman (ra) anlatıyor:
Hatib' in köleleri bir adamın develerini çalıp kestiler. Sonra da suçlarını itiraf ettiler.
Hz Ömer (ra) Hatib' i çağırdı. Kölelerin ellerini kesmek üzere hükmetti.
Tam infaz gerçekleşecekken son anda vazgeçti. Hadisenin üzerinde derin derin düşündü ve kölelerin sahibi Hatib' i yanına çağırdı. Hatib’ e:
-“Ben burada kölelerin değil, senin suçlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü sen onları aç bıraktın. O yüzden cezayı sana vereceğim”…
Develerin fiyatını sordu. Develerin sahibi:
-“Vallahi Ya Ömer 400 altın verseler vermezdim.” dedi.
Hatib' e dönüp:
-“O zaman develerin sahibine 800 altın ödeyeceksin” dedi ve ödetti.
Ve ekledi:
-“Eğer bu köleleri bir daha aç bırakırsan ve onlar da gider bu şekilde bir hırsızlık yaparlarsa vallahi bu sefer senin ellerini keserim”...
Yine Hz Ömer (ra) efendimiz, halifeliği esnasında Arabistan' da meydana gelen kıtlık süresince el kesme cezasını ertelemişti.
Örnekler çoğaltılabilir.
Konumuzun ilk bölümünde “Kimseye karşılığında bir hak verilmeksizin hiçbir görev ve teklif yüklenemeyeceği” temel İslâmî ilkesinin “ceza ehliyetini” de kapsadığından bahsetmiştik.
Yukarıda bahsettiğimiz örneklerden ve yaşanan sayısız olaydan anlaşılacağı gibi Efendimiz (as) ve ashabının (ra) yönetim kadrosunun bu yöndeki uygulamalarındaki asıl hedefinin el kesme, kol kesme, kelle uçurma olmadığını görüyoruz.
Asıl hedef; emniyetin, huzurun ve sükûnetin sağlandığı ve insanların mal dokunulmazlığının güvence altına alındığı, hayata geçirilen sosyal güvenlik programlarıyla devlet kaynaklarının eşit miktarda dağıtılarak hırsızlığa gerek duyulmayacak bir toplum düzeninin oluşturulmasıdır.
Bu şartlar oluşturulmadan işe cezadan başlamak; amuda kalkmış zihinlerin işe kuyruğundan yani sondan başlaması, Rabbimizin muradını anlayamamış olmaları demektir. Bu tavır; İslâm’ ın mantığıyla taban tabana zıttır.
Eğer İslâm’ ı uygulamaya ceza ile başlanırsa, zarar görenler hep yoksullar olacaktır. Bu da İslam' ın maksadına, rabbimizin muradına aykırıdır.
İslâm; dünya ve ahiret mutluluğu için “kullarına şah damlarından daha yakın” olan Allah' ın emirlerini yerine getirmenin, aslında rabbimize bir faydası ya da zararı olmadığının; bu emir ve yasaklara uymanın tamamen kulların çıkarına olduğunu idrak eden bir toplum bilinci tasarlamaktadır.
Aynen trafik kuralları gibi. Kurallara uymamız kendimizin ve toplumun menfaatinedir.
Böyle bir toplum ise kuşkusuz kendiliğinden / tesadüfen oluşmayacaktır. Bir lahananın bile tesadüfen / kendiliğinden yetişmediğini düşündüğümüzde işin ciddiyeti daha kolay anlaşılabilecektir.
"İman iddiasında bulunan bizler" için Rabbimizin buyurduğu gibi:
“…Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez . (Râd,11)
"...Şimdi Allah' tan size bir ışık ve apaçık bir ilâhî kelâm ulaşmıştır. Onunla Allah, kendi rızasını gözetenleri ebedî kurtuluş yollarına ulaştırır; rahmetiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola yönlendirir." (Mâide, 15-16)
Vesselâm.
kenanozmen@gmail.com