Mart ayı, içerisinde barındırdığı tarihi hadiseler, kutlanılan bayramlar ve vefat yıldönümleri ile hayatımıza ayrı güzellikler kattı. Çanakkale Deniz Savaşları Zaferi ve Nevruz Kutlamaları yanında, hayatını Kur’an ve iman hakikatlerine adamış mütefekkirlerimizden Bediuzzaman Said Nursi Hazretleri, 50. vefat yıldönümü münasebetiyle bu ayda tekrar hatırlandı.
Bediuzzaman Said Nursi’nin vefat yıldönümü münasebetiyle yurdumuzun bir çok ilinde konferanslar düzenlendi.Katılımcılara sunulan tebliğlerde daha çok öne çıkan, günümüzde yaşanan problemler karşısında onun çözüm içerikli görüş ve teklifleri oldu.Yaklaşık yarım asır önce,.yaşadığı dönem itibarıyla müşahede ettiği problemler karşısında görüşlerine muttali olduğumuzda o tekliflerin günümüz için de geçerliliğini korumakta olduğunu müşahede ettik.Bu genel kabül artık “O’nu Tanıma ve Anlatma Zamanı”nın geldiğini dedirtmekte bizlere.Çünkü aradan geçen bunca zaman,onun ferasetini ve tespitlerindeki isabetliliğini ortaya çıkarmıştır.Bu yönüyle O, ülkemizde olduğu gibi şimdilerde dünyanın köşe bucak her bir noktasında her zaman sevilerek okunan, zamanın eskitemediği bir kişilik olarak tarihe mal olmuştur.
O, hayatı boyunca hususan milletimizin, genelde İslam coğrafyasında yaşayan müslüman toplumların ilim ve fikir yoksunu bir halde olması sebebiyle karşı karşıya kaldıkları sosyal bunalımların etkisiyle her geçen gün hızla kendi öz yörüngesinden uzaklaşarak, parçalara ayrılması karşısında tekrar bir araya getirme gayreti içerisinde olmuştur. Tüm bu yaşanan dert ve sıkıntıların sebebi noktasında yaptığı en önemli vurgusu ise zedelenen “imani hakikatler” olmuştur.O,bu hakikatleri hayatında zirvede temsil eden bir kişi olmakla beraber müslümanlıkta sadece kurtulma değil,başkalarını da kurtarma gerekliliğini kabullenerek ayak bastığı her yerde heyecan dolu gür sadasıyla:
“Bu iç içe dertler eğer şimdi tedavi edilmez, yaralarımız mutehasssıs eller tarafından sarılmazsa, hastalıklarımız müzminleşir, yaralarımız da kangren halini alır.İlmi,içtimai, idari dertlerimiz mutlaka teşhis edilmeli,maddi-manevi problemlerimiz çözüme alınmalı ki,mevcudiyetimizi varlığımızı temelinden sarsan ve bizi her gün daha feci çukurlara sürükleyen sıkıntılara maruz kalmayalım.” demiştir.
Dış etkenlerden daha çok bütün bu yaşananları temelde müslümanların kendi içlerine dönük problemleriyle alakalı görerek çözüm yollarını ”Bizim düşmanımız cehalet zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat,marifet,ittifak silahıyla mücadele edeceğiz.”şeklinde özetlemektedir.Gerçekte asıl düşmanın, bizi yaratılış gayemizden uzaklaştıran,neticesi dini bilmeme olan cehalet, neticesi kötü ahlak olan fakirlik ile neticesi iki yüzlülük olan ihtilaf olduğunu söyleyerek bu insafsız düşmanlara karşı mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir.
O’nun ortaya koyduğu içi dönük problemlerimizin başında cehalet gelmektedir. Cehalet tüm problemlerin kaynağıdır.Bu problemin çözümünde ilim ağırlıklı bir gayret içerisine girmiş, ilim elde edilmesi durumunda ancak cehaletin üstesinden gelinebilineceğini ısrarla dile getirmiştir:
“Ahir zamanda hakimiyet ve kuvvet ilim eline geçeceğinden sadece kuvvete dayanan hükümetler çabucak ihtiyarlayacak, buna mukabil ilme dayanan devletler ise hızırvari ebedi bir hayata mazhar olacaklardır. Bu sebeple devlet mutlaka ilme yönelmelidir.”
Diğer taraftan gerçek cehalet onun tanımıyla Allah’ı bilmeme peygamberi tanımama, dine karşı lakayt kalma, maddi- manevi değerlerin farkında olmamadır. Dün olduğu gibi günümüzde de örneklerini gördüğümüz yanlış ve sapık akımların önünü almanın tek yolunun insanların ilim ve irfanla aydınlatılmasından geçtiğini, aksi halde milletimiz için kurtuluş ümidi beslemenin hayalden öte bir şey olmayacağını dile getirmektir.
Diğer bir problem ise zaruret de dediği fakirliktir ki, müslümanların maddi olarak geri kalmasının önemli sebebi olmuştur. Hayatı bir faaliyet, hareket olarak okuyan Bebiuzzaman, onun da temelinde şevkin yattığı düşüncesindedir.O dönemin sosyolojik tahlilini yaparken, geçmişte kendi dönemlerinin şartlarını yeterince anlayamayan bir takım alim ve hocaların dini metinlerin zahirine bağlı kalarak inananları yanlış bir tevekkül anlayışına iterek çalışma şevklerini kırmış olmaları sonucuna varmıştır.Halbuki onun düşünce dünyasında çalışma şevk ve arzusu,kişinin gayreti,milletini düşünme duygusuyla alakalıdır.Devletini ve milletini sevenler ancak onu ihya ederler.Müslümanlarda uyandırılması gereken en önemli duygu budur.
Cenab-ı Hakk’ın kainata koymuş olduğu kurallardan biri olarak düşünebileceğimiz hareket ve çalışma mevzuunda,“Çalışmanın mükafatı servet, ataletin (tembelliğin) cezası ise sefalettir.”diyerek inananlara önemli bir uyarıda bulunmuştur.
Müslümanlar arasında kopan ruhani bağların (uhuvvet, paylaşma, yardımlaşma,şefkat ve hoşgörü v.s) neticesinde ortaya çıkan iman zafiyeti ise bir diğer problemdir ona göre.İmandaki zafiyetler ihtilafı(ayrılığı) doğurmaktadır.Bu bağların önemini ve aksi davranışı açıklarken de çok nefis bir teşbihte bulunmaktadır:
”Müminler arasındaki birliği zorunlu kılan bağlar, Uhud dağı büyüklüğünde ve Kabe kutsiyetindedir. Ayrılığa götüren sebepler ise çakıl taşları kadar küçüktür.Dolayısıyla müminlere küsüp darılmak,çakıl taşlarını Uhud dağından daha büyük,Kabe’den ise daha değerli tutmak gibi olur.”
Yukarıda tek tek ele alınan problemlerin inanları en birinci vazifesi olan tebliğden -Allah (c.c)’nün yüce adının herkese ulaştırma gayreti- alıkoyduğu gerçeği onun hep yakındığı, rahatsızlık duyduğu şeydi.
Onlarca yılın birikimi olan bu veya benzer bir çok problemleri önce teşhiş edip, sonra da tedavi yollarını bizlere gösteren Bediuzzzaman, görünürde zor ve uzun zaman alacak dağlar misali böyle ağır bir mesuliyetin altına girerken de Rabbine müteveccihen acz ve fakr (problemler karşısında güçsüzlüğünün farkına varma) duygusuyla, fevkalade mütevazi ve mahviyet halinde hacaletle iki büklümdür. Fakat Cenab- ı Hakk’ın sonsuz kudret ve bitmek tükenmek bilmeyen, sonu olmayan gınasına(zenginliğine) karşı da mutlak bir güven içerisinde olmuştur.
O bu hal davranışıyla günümüzde yaşanan problemlere çözüm getirme sürecinde yaşayabileceğimiz zorluklar karşısında öncelikli davranışımızın nasıl olması gerektiği yönüyle bizlere örnek olmuştur.
Milletçe tekrar bahara doğru yürüdüğümüz şu günlerde yaşadığımız bir takım sıkıntı ve tersliklerin varlığı gerçek. Ama her şeye rağmen bizler geleceğin aydınlık olacağına inanmaktayız. Kabiliyetli olabiliriz veya çözüme götürücü ciddi projelerimiz olabilir ama bunun tek başına yeterli olmayacağı malum.Kendi iç dünyamızı,bizlere Rabbin teveccühünü ve ekstra lütuflarını kazandıracak ruhani rabıtalarla beslemeliyiz.
Biliyoruz ki, Rabbin lütuf ve inayetleri sadece kabiliyetlere değil, zorluklar karşısında kendisine müstağni davranmayan acziyle kendisine yönelenleredir..