Teodise ve İmtihan Tasavvurumuz
“…belki de sizin hoşlanmadığınız şey, hakkınızda hayırlı olur; hoşlandığınız şey ise sizin için bir şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara:2:216)
Hücre ziyaretlerim esnasında uzun kıvırcık saçlı kadim Yunan'ın filozoflarını anımsatan gayri müslim bir mahkum avazı çıktığı kadar bağırıyordu: Eğer Tanrı varsa ben niye burdayım? Hücresine doğru yaklaştım tebessüm ederek incitmemeye özen gösteren bir ses tonuyla kendisine 'Tanrı’nın yapma dediğini yaptığın halde niçin Tanrı’yı suçluyorsun’ diye sordum? Tanrı buna engel olacak güçte değilmiydi? dedi. Dolayısıyla hücrenin önünde konu Teodise idi. Yaklaşık yarım saat onunla bu konuyu konuştuk.
Teodise eğer kötülük ile Allah arasında bir ilişki varsa, bu ilişkinin mahiyeti nedir? sorusuna cevap aramaya çalışan dini ve felsefi perspektiftir.
Kadim Yunan’ın filozoflarından Epikür, Tanrı-kötülük ilişkisi üzerine şunları söylemiştir. Tanrı, ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister ama kaldıramaz, veya kaldırabilir, ama kaldırmak istemez bir diğer üçüncü seçenek ise kaldırmak ister ve kaldırabilir. Ancak görüyoruz ki kötülükler var o halde kötülüklerin kaynağı nedir? Epikür belli ki mahluk ile Halık arası ilişkiyi tasavvurunda koparmıştır.David Hume ise bu çetin soruyu tekrar gündeme getirerek madem ki Tanrı kötülüklere mani olmuyor o halde yoktur varsayımına varır.
Bu görüşlere karşı İslam ve Hristiyan felsefi dünyasında iki temel yaklaşım olmuştur. a) Kötülüğün ontolojik gerçekliğini kabul etmeyenler b) İnsanın özgürlüğü ve yetkinleşmesi açısından kötülüğü kabul edenler.
Öncelikle ‘kötülük’ olarak görülen olayları ikiye ayırmak gerekir. A) İnsan kaynaklı kötülükler B) Tabiat kaynaklı kötülükler.
Soygun ve cinayet türü kötülükleri insan kaynaklı kötülükler olarak görebilirken deprem ve sel gibi ‘şer’ kategorisine giren olayları tabiat kaynaklı şer olarak görmek mümkündür.
Kötülüğü ontolojik olarak reddeden görüş ise şöyle der :“ Kötü’nün yaratılması kötü değil onun işlenmesi kötüdür” Kur’an ‘Biz herşeyi güzel yarattık ..” der. Demek ki güzellik iki türlüdür. Doğrudan güzel olan ve dolaylı güzel olan. Sağlık doğrudan güzel hastalık dolaylı güzeldir. Zira hastalık olmasaydı sağlık diye bir gerçekliğin farkına varamayacaktık. Allah varlığı sağlıklı olarak yaratmıştır. Varlık tasarlamasının ekseninde sıhhat vardır. Ancak böyle bir nimetin anlaşılması için hastalıkta varedilmiştir ki insanlar kendileriyle barışık olabilsinler. Bu bağlamda kötülük izafidir. Kötülük iyiliğin olmama halidir. Bundan dolayı mutlak kötülük yoktur.
İkincisiyse kötülüğü ontolojik anlamda kabul eden ve insanin yetkinleşmesi için bir imkan olarak gören görüş. İnsan taallümnle tekemmül etmek içindir.İnsanın yada toplumların başlarına gelen bela ve musibetler insanın gelişmesi ve yetkinleşmesi içindir.Eskilerin ifadesiyle kemal bulması içindir. Allah eğer isteseydi insanları mekanik robotlar gibi yaratabilirdi ama bu durumda insanlar şuur sahibi olamazlardı. Kötülük ve iyilik muvazenesi yaparsak bu alemde iyinin kötüden daha fazla olduğunu görürüz. Dolayısıyla tasarımda kötülük yoktur.
Ontolojik anlamda kötünün olmaması için Allah’ın kendisi gibi aciz ve muhtaç olmayan ölmeyen ve ebedi hayatı olan bir varlık yaratması gerekirdi. Ölüm ve hastalık olmasaydı musibetlerin hiçbirinin etkisi olmazdı. Ancak ölmeyen ve aciz olmayan tek varlık Allah. İnsan varlık kategorisinde mumkin varlıktır. Yani varlığını kendisine değil mutlak varlık olan Allaha borçludur. Allah aciz,muhtaç ve kusurlu olmayan bir alem yaratsaydı bu alem Tanrı olurdu. Zira aciz olmaktan, kusurlu olmaktan ve muhtaç olmaktan uzak olan varlık sadece Allah’tır.
Musibet bu hayatın gerçeği.. Bu dünya imtihan dünyası.. Bahsettiğim bu mahkumda dahil çoğu mahkuma imtihan tasavvurumuzun Islami öğretiler ışıgında nasıl olması gerektiğini anlatırım.Nasıl düşünmeliyiz ki derdimizi seviyoruz diyebilelim? Musibeti dört ana başlık altında ele almak mümkün.
Birincisi kişi onu hak etmiştir dolayısıyla gerekçesi kefarettir.Dolayısıyla insan bu konuda sabretmeli ve o musibetin kendisi için günahlarına kefaret olacağı gerekçesiyle onun İlahi bir nimet olduğunu düşünmelidir. Mesela bir suç işlediği için hapishaneye düşen bir insan umulur ki o geçirdiği meşakkatli ve zahmetli zaman dilimi onun yarın degah-ı nezdi Ehadiyette affına vesile olur. Oysa ki insanların ekserisi gibi suç irtikap ettiği halde cezasını çekmeseydi daha büyük bir İlahi mücazatla karşı karşıya kalacaktı. İnsan hastalandığında yine aynı şekilde düşünmeli. Bu hastalık fırtınanın yaprakları döktüğü gibi günahlarımı döküyor diyerek hastalık tasavvurunu yeniden inşa etmelidir.Şayet bir kaza geçirdiyse yine bu musibet benim inşallah günahlarıma kefaret olmalı demelidir. Madem ki iman eden birinin en büyük gayesi bu alemden günahsız gitmektir öyleyse musibet acıdır lakin sabredildiğinde o tatlı bir meyvaya dönüşecektir.
İkincisi kişi o musibeti hak etmemiştir lakin Allah onun ahiretteki mükafatını arttırmak için böyle bir musibetle imtihan etmektedir. O musibete sabrettiğinde Rabbim ona mükafat verecektir. Engelli olan kardeşlerimizin böyle bir tasavvura sahip olmaları gerekir. Onlar ötelerde ziyadesiyle mükafatlanacaklardır.İman etmeyen bir engelli için bu dünya azaptır. Lakin iman eden için meşakkatli lakin huzurlu ve umut dolu bir bekleme salonu..İşlemediği suçtan dolayı içerde olan iman eden mahkumların huzur dolu psikolojileri bana mutluluk vermiştir.
Üçüncü tür musibet ise karanlığın ardında aydınlığın olması misali zahmetin ardındaki rahmet gibidir. Yağmuru müjdeleyen fırtına misalidir o..Bu musibet turu bazen kişinin istidatlarını güçlendiren bir mahiyet arzeder.Hastalığın insan bünyesini güçlendirmesi gibi insan için eğitim fırsatı olur.Mesela mahkum olan nice insanlar vardır ki düştükleri hapishane onlara şifa olmuştur. Bazen kendilerini orda dinleme imkanı bulurlar ve iç muhasebe yaparak kendilerine gelirler.Kimi zaman varlık muhasebesi yaparlar ve hidayet bulurlar. Kimileyin dışarda bulamadıkları kendilerini içerde bulmuş olurlar.
Dördüncü tür musibet ise yine Rabbin nimetidir. Zira o daha büyük bir felaketin gelmesine manidir. Mesela suçlu olmadığı halde mahkum olan insan der ki ben niye geldim ne yaptım ki? Ancak bilmez ki belki dışarda olsaydı başına daha büyük bir felaket gelecekti.Nişanlısından ayrılan gençler bazen feryat ederler ancak bilseler ki o adamla veya bayanla ya evlenip çocuk sahibi olduktan sonra başlarına o gelseydi. Evlenip çocuk sahibi olanlar ve sonra boşanmak durumunda olanlar ise her zaman fenanın daha fenası olacağını düşünmeliler.
Dolayısıyla musibetin her türü nimettir.Birincide kefaret ikincide mükafat üçüncüde fıtrat ve dördüncüde şefkat var. Rabbimiz ne güzel der : “…belki de sizin hoşlanmadığınız şey, hakkınızda hayırlı olur; hoşlandığınız şey ise sizin için bir ser olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara:2:216)