Fransızca “ironie” kelimesinden dilimize geçen ve kısaca “gülmece” olarak tanımlanan ironi; “Söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme” demektir. Bir kişi, kurum veya toplumu alaylı tarzda eleştirme ve eleştiri metinlerinin oluşturduğu edebî türdür. Genel anlamda ironi, söylenen veya yapılanın tam tersinin kastedildiği bir iletişim becerisi olarak da nitelendirilebilir. Bu anlamda, söylenen ya da yapılanın zahiri görüntüsü altındaki karşıt söylemi, çelişki noktasına vurgu yaparak ortaya çıkarmayı amaçlar.
Doğu kültüründeki hicivden farklı olarak daha çok dalga geçme, alaya alma gibi etkiyi artırmak için bir şeyin tersini söyleyerek alay etmek amaçlanır. Söylenen söz ya da yapılan eylem, ciddi görünmekle birlikte, tamamen karşıt söz ya da eyleme dikkat çekerek söylenmek istenen şeye daha fazla dikkat çekilmiş olur.
Sözü dikkatli kullanmak, yerine göre taşı gediğine koymak anlamında da kullanılan ironi; bir sanat mı, kurnazlık mı, zekâ mı? Ya da ironi gerekli midir, neden yapılır, nerde ve nasıl kullanmak gerekir? İroni ile anlatılmak istenen nedir? İsterseniz buna aşağıda verilen farklı örneklerden yola çıkarak karar verelim. Ya da herkesin kendi algı ve anlayışına bırakalım.
--- Rahmetli tiyatrocumuz Hasan Nail Canat, uzun sakallarıyla Fatih’te bir eczaneye girer. Eczacı, masanın ardından pür telaş gelip Hasan Bey’in sakalını avuçlar ve avucundan arta kalan kısımlar için gayet sert bir üslupla, “Hacı abi, bunları kes; sünnete uygun değil!” der. Hasan Bey, bu münasebetsiz durumun içinden çıkabilmek için adama, “Yahu ne hacı abisi! Ben tiyatro oyuncusuyum.” der. Adam yaptığından dolayı özürlerden özür, helalliklerden helallik seçer. Hasan Bey de yapıştırır cevabı: “Be hey, vicdansız herif! Müslüman olunca sakalımı dilediğin gibi avuçlayıp beni istediğin gibi azarlıyorsun da tiyatrocuyum deyince niye geri basıyorsun?”
Başka bir ironik vaka örneği:
--- Bir zamanlar İran’da mezhep çatışmaları öyle bir üst noktaya çıkmış ki, Şii-Sünni kavgasının körüklenmesi sonucu insanlar birbirini öldürmeye başlamış. Artık herkes gördüğüne-bizim 80'den öncesi “Sağcı mısın, solcu musun?” diye sorulduğu gibi- “Şii misin, Sünni misin?” diye sorulur hale gelmiş. Muhatap karşı taraftan ise kesin başına kötü işler gelir, dövülür, hatta öldürürmüş.
Bir gün birisini bir köprünün altında yakalayıp “Söyle bakalım; Sünni misin, Şii misin? diye sormuşlar. Adam Sünni’yim dese karşı tarafın ne olduğunu bilmiyor, Şii’yim dese yine aynı şekilde. Darda kalan adam kestirme bir cevap vererek “Ben Ermeni’yim” demiş. Bu cevap üzerine adamı serbest bırakmışlar.
--- Keçecizade Fuad Paşa, Padişah Abdülaziz’e 1867 yılında gerçekleştirdiği Avrupa seyahatinde eşlik ettiği sırada kendisine yöneltilen “En güçlü devlet hangisidir?” sorusuna “Şüphesiz ki Devlet-i Âliye-i Osmaniye’dir. Çünkü yıllardır siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü sarsamadık, yıkılmıyor!” şeklinde ironik bir cevap vermiştir.
--- Caminin içinde kıbleye doğru küçük abdestini bozan adama; camide işemenin günah olduğunu söylemek yerine kıbleye doğru küçük abdest bozmanın mekruh olduğunu hatırlamak da (ehemmi mühimme tercih etmek) öncelikler açısından başka bir ironi sayılmaz mı?
İronilere devam ediyoruz:
--- Yıllar önce Erzurum'da bir kiracım vardı. “Askere gidiyorum, zor durumdayım.” diyerek benim kiramı bir yıl geciktirdi ve ödemedi. Askerden geldi, yine ödemedi, biz de müsamahalı davrandık. Biraz üzerine gidince iki yıllık kirayı ödememiş birisi olarak bize ne dese beğenirsiniz! “Daireyi satıyorsanız alayım.” Erzurum'un tabiriyle ölür müsün, öldürür müsün?
--- Sivas’ta 1950’li yıllarda yaşayan Gulübik adında bir meczup varmış. Söyleyeceği ne varsa çekinmez söylermiş. Gulübik bir gün demiş ki; “Eskiden küçüktük, büyüklerin korkusundan yalan söyleyemiyorduk. Şimdi de büyüdük, büyüklerin korkusundan doğruları söyleyemiyoruz.”
Erzurum’u manevi dinamiklerinden Veli Velioğlu Hocaefendi anlatırdı:
--- 1960'li yıllarda Erzurum'a ilmi ve donanımı iyi bir müftü atanmış. Herkes müftüyü övmeye başlamış. Birisi de müftüyü överken; “şöyle olgun, böyle ilim sahibi, hal ehli…” gibi birçok meziyetlerini sayıp döktükten sonra; “Amma ne yazık ki Erzurumluymuş!” demiş
Evlerimizden bir ironik durum;
--- Eşlerin birbirlerinin makul olan sözlerini yerine getirmek bir küçüklük, eşe kölelik olarak algılanarak “Ben özgür olmak istiyorum” deniliyor. Ancak işyerinde, elin yabancısından emir alıyor, izin istiyor, saygı gösteriyor ve itaat etmeyi şeref sayıyoruz. İlginç değil mi?
--- Mayıs ayında camimizin avlusunda yetişen dut ağacından dutlardan yerdik. Bildiğiniz gibi dut mevsimi kısa sürer; 15-20 gün içinde biter, kimse yemezse yerlere dökülür, zayi olur. Bir arkadaşımız bizimle dut yemeye pek gelmezdi. Her seferinde gelmemek için bir bahane uydururdu. “Neden gelip dut yemiyorsun?” diye sorduğumda “Caminin bahçesindeki dutlardan yemek caiz mi?” dedi. Bu ince düşüncesinden dolayı kendisine saygım da artmıştı.
Ancak Cami bahçesinden dut yemeyen aynı arkadaşın parasal ilişkilerde ve ticarete aynı hassasiyeti göstermeyerek beni mağdur ettiği gibi ortak olduğu birçok arkadaşımızı da mağdur ettiğini etraftan dinlemiştim.
Eskilerin ifadesiyle buna, “Kurt başını yiyip koyun başından korkmak” denirken, yenilerin ifadesiyle ironi denilebilir.
Eski Mısır devlet başkanı Hüsnü mübarek, danışmanına sormuş:
—Mısır eski liderlerinden Cemal Abdülnasır mı cesurdu, ben mi cesurum; O mu daha iyi, ben mi daha iyiyim?
Danışmanı:
—Ne münasebet efendim tabii ki siz daha cesur ve daha iyisiniz.
—Neden demiş?
—Çünkü o Müslüman Kardeşler Teşkilatından korkardı, siz korkmazsınız.
Tekrar sormuş,
—Peki, Enver Sedat’la ben nasılım?
—Efendim kıyas bile edilmez, tabii ki siz daha cesursunuz.
—Neden ?
—Çünkü Enver Sedat Amerika'dan korkardı, siz korkmazsınız.
Kendisinde epeyce güç vehmeden Hüsnü Mübarek daha da cesaret alarak:
—Hazreti Ömer’le ben nasılım?
Yalakalıkta sınır olmadığı için Mübarek’in hoşuna gidecek ironik bir cevap vermiş:
—Efendim, tabii ki Hazreti Ömer’den de üstünsünüz!”
—Neden?
—Çünkü o Allah'tan korkardı, siz Allah’tan da (haşa)korkmazsınız!..
--- Yaz kış sürekli deniz sahilinde pahalı otellere, yüksek ücretler ödeyerek yurt dışı turlara, her dönemde farklı kaplıcaya, dağa taşa gidenlerin durumu kimseyi tasalandırmaz. Ancak umre ya da hacca gidenlerin harcadığı paralar göze batar “Niye bu kadar hac ve umre yapıyorsun da parasını bir fakire vermiyorsun” denilerek, eleştiri oklarının muhatabı olur.
Sizlerde mutlaka pozisyon ve yaşantınıza göre birçok ironik olay yaşamışsınızdır. Örneklere dikkat edilirse daha çok empati, sözü dikkatli kullanmak ve menfaat konularının ön plana çıktığı gözüküyor. Bizde bu konularla ilgili üç ölçü koyup konuyu bitirelim.
Kimse görmez gözündeki keran'ı
El gözünde çöpü destan ederler. (1)
Sözü dikkatli kullanmak, yerine göre taşı gediğine koymak lazımdır. “İnsanda söz ile değişir kader, ya yurda baş olur ya başı gider.” (2)
Menfaat konusunda ise Peygamberimiz (s.a.v.) “Kendi nefsin için istemediğini başkaları için isteme.” diyerek evrensel ölçüyü koymuştur.
(1) Sümmani
(2) Kudagu Bilig
Keran: Kazık, mertek