İnsana ait tüm değerlerin yıkıldığı bir dünyada yaşamaktayız. Artık kimse insan nedir sorusunu sormuyor. Onun mahiyeti, içi, duyguları, düşüncesi, bakış açısı, hayalleri artık önemli değil. Modern çağın tüketim bataklığında eskiden kalma bir söylence neredeyse… İnsan artık monotonlaştırılan, şuursuzlaştırılan, kendi olmaktan çıkarılan sadece alışveriş yapan bir tüketim nesnesi haline dönüştürülmüş durumda. Ölümüne kadar nasıl ve ne şekilde yaşayacağı da neredeyse matematiksel olarak kurgulanmış… Bu dünyada büyük devletler, şirketler ve güçlü insanlar her şeyin insanların mutlu olması için kurgulandığını ifade ederler. Oysa gerçek böyle değil. Açıkçası insan hiç bu kadar ihmal edilmemişti. Bu denli nesneleştirilmemişti. O yüzdendir ki bugün insanlık ciddi bir bilinç bulanıklığı yaşamaktadır. İnsanların kendilerini sorgulamalarına bile müsaade edilmemektedir.
Bugün her şeyden evvel insanı konuşmamız gerekmektedir. Özellikle ülkemizde önemli addettiğimiz tüm meselelerin en başına insanı yerleştirmeliyiz. Onun değerlerini, iç dünyasını, kontrol mekanizmalarını, rasyonel ve irrasyonel taraflarını, alışkanlıklarını, huylarını, hayallerini, cismani arzularını, sabrını, gönlünü, vicdanını, aşkını, şevkini, enerjisini vs. yani insana ait ne varsa önce bunları konuşmalıyız. İnsanı yeni baştan tanımlamalıyız. Onu kâinatın merkezine yerleştirmeli ve değerini, itibarını yüceltmeliyiz. Türkiye’de bugüne kadar yaşanan tüm sosyal, siyasal hatta ekonomik krizlerin ardında insanın sürekli gözden düşürülmesi ve onun mahiyetinin idrak edilmemesi yatmaktadır. İnsan Türkiye’de anlaşıldığı gibi bir varlık değildir. Yani insan= Türk demek değildir. İnsan denildiğinde akla Türk’ten başka bir şey gelmediğinden dolayı olsa gerek bugüne kadar burada yaşayan insanların varlığı hep göz ardı edildi.
İnsanı hesaba katmaksızın felsefesi çizilen her türlü düşünce sisteminin iflas edeceği bir gerçektir. Öylede olmuştur. Bugün atladığımız en önemli sorundur bu. Onun için bugün Türkiye’ de örneğin yargı reformundan, sivil anayasadan, Kürt açılımından, Alevi ve başörtüsü meselesinden önce insanın konuşulması ve anlaşılması gerekmektedir. İnsanı tanıdıkça onu evrenle bütünleştirdikçe, yüreğine doğru indikçe bir Kürt’ün Alevi’nin ve Müslüman’ın taleplerini daha iyi kavrayacağımız ve anlayışla karşılayacağımız aşikârdır. Felsefeleri incelemeden, sanat hakkında hüküm vermeden, edebiyat hususunda görüş belirtmeden, hayatı hatta din ve felsefeyi tanımadan önce “insanı” tanımak gerek. Eğer insanı tanıyacak olursak onun için en iyi dini de seçebiliriz” der Dr. Ali Şeriati…
“İnsani standartları” devreye sokmalıyız;
Ülkemizde “insani standartların” yerine “Türkiye standartları” gibi bir anlayışın yer etmiş olması insanların özgürleşmelerini yani insanlaşmalarını sürekli engellemiştir. Farklı kesimlerin her türlü insani talepleri maalesef bu “Türkiye standartları” engeline çarpmıştır. Türkiye standartları diye bir kavram bahane edilerek burada yaşayan farklı kesimlerin hak talepleri sürekli geri çevrilmiştir. Gerçekte geri çevrilen insan ve değerleriydi. Yani ihmal edilen insanlıktı.
İnsanın gözden kaçtığı, giderek yok sayılmaya başlandığı ortamlarda ve dönemlerde mutlaka insanlığımızı öne çıkartmak mecburiyetindeyiz. Küçük, kullanılıp atılan ve her gün değişen bilgi ve düşüncelerle dolduruluyoruz. Bu yüzdendir ki gittikçe kalıcı düşünceden ve derinlikten uzaklaşıyoruz. Artık insanın, “insan” olabilmesinin yolunun özgürleşmekten geçtiğini ancak bu sayede insanlaşacabileceğini idrak etmemiz gerekmektedir. Yıllardır darbelerle, darbe zihniyetinin ürettiği düşünce kalıplarıyla bu topraklarda yaşayan insanların özgürleşmelerine mani olundu. Oyuncak muamelesi yapıldı insanlara… Oysa insanın anlaşıldığı bir ülkede herkes özgür, fikir ve düşüncelerini serbestçe ifade edebilir. İnsanın tanındığı, değer verildiği bir ülkede ne başörtüsü, ne Kürtçe dil yasağı nede Cem evleri sorunu yaşanır. Ancak bizim ülkemizde yaşanıyor. Başörtüsü hala yasak, Kürtçe hala sorun, Alevi’lerin, yığınlarca problemi hala güncelliğini korumakta. Hz. Muhammed(a.s.) “Arap olmayanın Arap’a, Arap’ında Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur” derken kendisinden binlerce yıl sonra vuku bulacak şovenizm, farklı inanç, kültür, mezhep, ırk ve dil karşıtı birtakım zihniyetlerin varlığını dikkat çekiyordu. Dünyaya varlığımızı gerçekleştirmek, insanlaşmak yani özgürleşmek üzere gönderildiğimizi ifade etmekteydi peygamber. Onun için her şeyden evvel insanı ve değerlerini sahip çıkmak sünnetlerin en büyüğüdür. Seri, tek tip üretim tarzına yapılan her itirazın kesinlikle insani ve ahlaki olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır.
İnsan şüphesiz evrensel tablonun en önemli rengidir. İnsanın gözden düşürüldüğü, gündeme alınmadığı ve nesneleştirildiği bir ortamda onun derinliğine inmeden, duygularını, hayallerini, umutlarını, değerini ve kutsanmışlığını takdir etmeden gelecek adına hiçbir projenin hayata geçirilemeyeceğinin bilinmesi gerekir. Bu bakımdan sürekli yitirilen insanı ve onun en temel vasıflarını, sevgiyi, içtenliği, hoşgörüyü, aşkı kısacası evrensel tablonun en önemli rengini ortaya çıkarmak için gayret sarf etmeliyiz. İnsanı nerede olursa olsun, ona ait olan her şeyi dedikodu malzemesi haline getirmeden, yeniden tanımaya, anlamlandırmaya, içine/yüreğine inmeye, evrenin tüm renklerini onunla bütünleştirmeye ihtiyacımız var. Bu kadar kavganın, gürültünün ve koşuşturmanın içinde daha fazla geç kalmadan bunu başarmak durumundayız