Medeniyet insana dair bir kurumdur ve insan zenginliği kadar değil, kurduğu medeniyet kadar 'gelişmiş'tir. Medeniyet bir yandan insani gelişimin sebebi iken, bir yandan da sonucudur. Elbette medeniyet ile zenginliğin ilişkisi vardır. Zira temel ihtiyaçlarını giderememiş kişi ve toplumların medeniyet üretmesi istisnadır. Bu yüzden en güzide insan ve eserler yükselme dönemlerine ilişkindir.
Medeniyet uzun vadeli ve daha çok da soyuttur. Bu yüzden medeniyetin sadece somuta indirgenmiş halinin devamlılığı olası gözükmemektedir. Sözgelimi Moğollar kendi dönemlerine göre gayet güçlü idiler ama bu güçleriyle medeniyetleri yok ettiler. Süreç içerisinde de diğer medeniyetlerin içerisinde kayboldular. Timur devasa gücü ile kimseye yenilmedi ama, Doğuda Rusya’nın, Batıda Haçlıların önünü açtı ve ölümü ile birlikte her şey bitti. En son Hitler’in geliştirdiği silahlarla dünyayı sürüklediği yer ortada... Aynı şekilde ABD de medeniyetin bu somut yönü ile ‘insanlık ve medeniyet düşmanlığına’, kendi değerleri dışında her ne varsa diğer partnerleri ve işbirlikçileriyle birlikte yok etmeye devam ediyor.
Batı medeniyeti her şeyin insan merkezli olduğu tezinden hareket eder. Ama acaba insanı nasıl tanımlar. Zira insan da somut yönü olan bedeni ve soyut yönü olan ruhu ile medeniyet gibidir. Batı beden üzerinde yoğunlaştığından, ruhunu tatmin için başvurmadığı sapkınlık kalmadı. Zira medeniyetini soyut yanı temsil eden ahlaki esaslara dayandırmadığından kendi değerleri dışındakilere karşı fevkalade duyarsızdır. Hastalıklı ruh hali olan ırkçılık da, uyuşturucu bağımlılığı da, psikolojik desteğin artık hayatın sıradan parçası olması da işte bu yüzdendir.
Bugün dünyada baskın olan değerler önemli ölçüde bu medeniyetin bir ürünüdür ve diğer medeniyetler farklı şekillerde bu hayat felsefesini kabule zorlanmaktadır. Merkeze koyduğu ve bugün her birimizin ‘evrensel’ zannettiği demokrasi, insan hakları, kadın hakları, hayvan hakları, laiklik, sosyal devlet, hukuk devleti gibi kavramların tamamı bu medeniyetin değerleridir.
Demokrasi adı altında düşük gelirli ama doğal kaynaklar bakımından zengin ülkelerde, devşirdiği adamları vasıtasıyla yönetimleri kontrol altında tutmaktadır. Kazara yönetim bir şekilde bu menfaatlerine taş koyacakların eline geçecek olsa yine adamları vasıtasıyla ve en kaba yöntemlerle bertaraf etmekte herhangi bir beis görmemektedir.
İnsan hakları ve özgürlüğün gittiği en son nokta; LGBT... Kadın haklarında geldiği yer; cinsiyet eşitliği adı altında ailenin ayağının altına mayın döşemek... Hayvan hakları denince adamların aklına Kurban Bayramı geliyor ve yakında kendi çocuklarımız bile kurbana ‘hayvan katliamı’ diyecek...
Laikliğin insanlığı nereye getirdiğini konuşmaya bile gerek yok... İnsanın ‘soyutuna’ dair ne varsa ayaklar altına... Sosyal devletin Türkiye’de en son evrildiği yer ise EYT... Yani haksız emeklilik...
Hukuk devleti de bir garabet... Memleketin altını üstüne getiren soyguncular (2001 banka soygunu gibi) elini kolunu sallayarak geziyor ama, Sivas olaylarında bir şekilde adı zikredilenler otuz yıldır hapiste... Türkiye’de böyle de dünyada çok mu farklı sanki... Uluslararası hukuk=güçlünün hukuku zira... ‘Modern dünyanın en güçlü psikolojik silahı olan algı yönetimi’ (alıntı) ile kişi ve toplumların bilinçaltı güvenlik altında (!) çünkü...
Sürekli, Batıda kuralların varlığından bahsedilir. Dolayısıyla da 'insanın insana muhtaç olması' da söz konusu olmamaktadır. İşler de tıkır tıkır işlemektedir. İlk bakışta gayet makul gibi gözüken bu durum; gerçekte hiç de insani ve medeni değildir. İşler tıkır tıkır da işlemez. Çünkü devre dışı bırakılan bizatihi insana dair olan şey yani fıtrattır.
İnsanın en önemli ihtiyaçlarından birisi de sıkıntı halinde yalnız olmadığını, yani 'dost elini' hissetmesidir. Nitekim bir hastanın ziyaret edilmesi, verilen moralle hastalığın tedavisine bile yardımcı olabilecektir. Bir anne-babanın hastalandığında evladını yanında görmesi de öyledir. Ama batı medeniyeti buralara uğramaz.
Bir başka açıdan ele alırsak konuyu; kuralların insanı robotlaştırdığı, insani duyguları törpülediği de söylenebilir. Nitekim sözgelimi kışın o soğuk aylarında son seferini düzenleyen bir otobüse bileti olmayan bir yolcunun alınmaması kurala uygundur. Oysa ilgili kişi cüzdanını kaybetmiş ya da çaldırmış olabilir. Kurala uygundur ama insanlığa uygun değildir. Batı medeniyetinde bunun insanlığa uygun olmasını gerektirecek herhangi bir içsel ya da dışsal kural da yoktur.
Medeniyet bir de şehirde yaşamakla ilgilidir değil mi... Oysa medeniyetin imkanları köyde de sunulabilir. ‘Köylünün milletin efendisi’ olmasına da gerek yok; itibarı iki paralık edilmese bile yeterlidir ona... Bu imkanlar sunulmayınca kızı da erkeği de hiçbir şekilde köyde kalmak istemiyor. Mevcut olanlar da bir an önce emekli olmanın hesabı içerisinde... Peki o fevkalade stratejik ürünleri kim üretecek... Durum bir miktar olağanüstü bir hal aldığında servet de verseniz elindekini vermez hiç kimse size...
Ha bir de; batıdaki türden özgürlük komsunun komşuya ihtiyacını (sözde) sıfırladığından şehrin o kozmopolit insanlarının sahte gülücüğünü ya da hapishane duvarı gibi yüzünü sürekli görmek var işin içerisinde…