Önceki yazımın devamı
Sabahları henüz sizler yatarken bırakıp işe gitmedim. Akşamları da sizler yattıktan sonra işimden (kahvehane vs. lüzumsuz yerleri hiç tanımadım) gelmiş değilim. Bir ailenin babaya göre şekilleneceğinin hep farkında oldum. Bu bereketli vakitleri değerlendirirsek bizlere rahmet getireceğine inanıyordum. Rabbim gayretlerimizi boşa çıkarmadı elhamdülillah.
Benim güzel oğlum, her baba ve anne çocuklarının en iyi insan olmasını ister. Sadece istemek yetmiyor, önemli olan bu uğurda neler yaptığımızdır. Ben ve annen iş bölümü yapıp, sizleri yıllarca bir kamera gibi takip ettik. Sonra da sizlere, gördüğümüz hatalarınızı nasıl düzelteceğinizi hatırlatan ve bilgilendiren mektuplar yazdık.
Yavrucuğum neticede bu, benim aklıma gelen bir eğitme metoduydu. Düşünülürse sadece aile bazında değil, büyük guruplar halinde ve farklı eğitim metotları geliştirilebilir. Arzu ederiz ki, devletin öncülüğünde daha farklı metotlarla bu insanların elinden tutulsun. Fakat ne acıdır ki, devletin eğitime nasıl baktığı gözler önünde.”
O da beni gözlerinden yaşlar akarak sonuna kadar zor dinledi. Sonrasında da kalkıp, “meğer siz neymişsiniz babacığım” diyerek, ufacık bir bebek gibi kucağıma atlayıp sarıldı, yanaklarımdan öptü.
Ahlâkın, edebin şekillendirildiği zahmetli ve uzun soluklu bir uygulamaydı bu. Kolay değil tabii ki, günler, aylar ve de yıllarca işinizi, aşınızı bir ideal uğruna terk edeceksiniz. Yüreğinizi ortaya koymadan cennet yok anlaşılan. Yeri gelir geceleri gözyaşlarıyla dualar edeceksiniz yavrularınıza.
Kaçımız çocuklarının yanında, dürüst, güvenilir, itimat edilen, saygın bir baba özelliğini koruyor sorarım? Benim şahit olduğum onlarca aile reisi var ki, kendi çocuklarına karşı verdiği sözü tutmayan, sahtekâr, öz güveni yitirmiş ve de sanki o evde bir baba değil de, taş mübarek. Baba oğul aynı odada zor oturuyorlar. Aralarında bağ kopmuş, karşılıklı konmuş iki kütük parçası zannedersiniz. Biri birlerine hiç dönüp bakmazlar. Başlar yere eğilmiş, kaşlar çatılmış, suratlar sirke satar. Baba, kendinde bir varlık görerek, ufacık bir şey söyleyecek olsa, karşısında zaten patlamaya ve orayı terk etmeye hazır birini bulacaktır.
Bunun aksini düşünelim; çocukları üzerinde o kadar etkili, verdiği bilgilerle, kendi uygulamalarıyla örnek olmuş bir baba ve anne. En zor şartlarda dahi babaya ve anneye itimat ve itaat edebilen yavrular. “Haydi yavrum şu pencereden aşağıya atla” denildiğinde, alçaklığı, yüksekliği hiç önemli değil, “bunu söyleyen babamsa, o mutlaka benim faydama olacak bir şeyi bana emreder, dolayısıyla melâike kanadını serer ve bana bir zarar gelmez” diyecek bir baba oğul ilişkisi. Bu güzel itimadı verebiliyor muyuz? Bebekliğinden (iki yaşı) beri sabahları, namaz vakitlerinde mutlaka uyanık bulundurulan, uyandırılan bir çocuk, yaşı 5-6 ya geldiğinde namazla ilişkisi, bir dost gibi olan, dolayısı ile abdest sırasında ayaklarını lavaboya kaldıramasa da, koltuk veya kanepeden çeşme gibi su aktığını hayal ederek, abdestin bütün inceliklerini uygulayan bir çocuk düşününüz. Ne müthiş bir şey değil mi? Sonrası karanlık olur mu? Rabbimiz bu gayretlerin karşılığını vermez mi hiç?
Böyle bir metot, belki de ilkti. Böyle olmasa da, düşünülürse buna benzer daha nice uygulamalar ortaya çıkarılabilir. Yeter ki, bunun çilesini çeken beyinler taşıyalım.
Aktardığım bazı dostlarımdan eleştiriler de aldım. “Kendisini takîp altında hisseden bir çocuğun psikolojisinde bozulmalar olabilir” şeklinde. Ben bunu da en başından beri düşündüm, eğer o halde bırakırsam, o tür sıkıntıların çıkabileceğini hesaba kattım. Onun için ara sıra, yoklamalar yapıyor, geniş bilgilendirmelerle önlerini açıyordum. Özellikle cevabi mektup yazmayı çok arzu ediyorlardı. Ben de; “O vakıf amcalarını yakından tanıdığımı, isterlerse yazacakları cevabi mektubu götürebileceğimi” söyledim. Ayrıca vakıf amcalarını görmeyi istiyorlardı. “Vakıf amcaların vazifelerini tam yapabilmeleri için şimdilik tanınıp, bilinmeyi istemediklerini, bu şekilde mektup alan her çocuğun 18 yaşından sonra zaten o vakfın elemanı olacağını” anlatıyordum.
Nitekim şu anda 23 yaşında olan ağabeyleri vakfın sağ kolu, benim üzerimden yükün büyük bir kısmını aldı. Allah ondan razı olsun. Buna benzer, akıllarına takılabilecek hususlarda çeşitli sorularla, öyle bir kapının açılmasına müsaade etmiyordum. Onun için, bir babanın çocuklarıyla olan diyalog kapısı devamlı açık tutulmalı. İşi, gücü bahane eder, ilgisiz kalınırsa, Allah(c.c) korusun istenmeyen neticeler çıkabilir. O kadar ilgiyi esirgeyen bir baba, başında kaybetmiştir. Vakıf kurmak nere, kendisini ayakta zor tutuyor demektir. Öyle bir baba materyalist sistemin şahane payandalarından biridir. Ya geçim kaygısı ya da yığma düşüncesi arasında kalmış zavallı durumdadır.
Dt. Abdülkerim Karaağaç