Ülkemizde kendilerini yasaların koruması altında gören devletçi çevreler sürekli olarak toplumu oluşturan, yani devletin varlık sebebi olan fertlerin haklarından çok devleti korumaya yönelik düzenlemelerden yana tavır sergilediler/sergiliyorlar. Böyle olunca da bu çevrelerin darbe dönemlerinde hazırladığı anayasa ve yasal düzenlemelerde de kutsal devlet anlayışı ön plana çıkartıldı. Bu anlayıştır ki geçmişte "İktidara karşı kimi aydınlar darbecilerle işbirliği yaptı"lar.(1) Bugün yargı etrafında sürdürülen tartışmalar da aslında birey ve devlete bakıştaki farklılık çerçevesinde devam ediyor. Aslında yargıya yönelik eleştirilerin dozunu kaçırmamak gerekiyor. Yargıçlar Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne önlerine konulan yasalar çerçevesinde hareket ediyorlar. Uygulamak durumunda oldukları yasalar devleti kutsayan, gerektiğinde devletin çıkarları adına fertlerin özgürlüklerinin askıya alınabileceği esasına dayanınca ister istemez bir çatışma, bir diğer ifade ile toplumun büyük bir bölümünde rahatsızlık ortaya çıkıyor. Buna bir de gelişen ve özgürlüklerin ön plana çıktığı bir dünyada yargının hâlâ "Bireyi değil devleti koruma refleksiyle hareket etmesi "(2) bunun sonucu olarak "Yasaları özgürlükleri kısıtlayıcı olarak yorumlaması"(3) eklenince ülkeyi çatışma ortamından kurtarmak imkansız hale geliyor.
Ülkemizi bir çatışma alanı olmaktan kurtarmanın yolu öncelikli olarak yeni sivil bir anayasa yapılmasından geçiyor. Bunun ardından da yeni anayasaya göre yasalarda yapılacak düzenlemeler ile tartışmalara son vermek mümkünken böyle bir durum ortaya çıktığında ister bazı çevrelerin direnci ile karşılaşılıyor. Çünkü, mevcut düzenlemeler çerçevesinde elde ettikleri pozisyonlarını kaybetme endişesi bu direncin esasını oluşturuyor. Buna birde yıllardan beri toplumda oluşturulmuş bir takım hayali korkular eklenince ortaya özgürlükler konusunda toplumda kamplaşma kaçınılmaz oluyor. Bir yandan özgürlüklerin çağdaş niteliklere kavuşturulması isterinken öbür yandan bir kesim eski alışkanlıkla özgürlüklerin öncelikli olarak kendilerini korumasını istiyor. Elbette bu istek doğrudan dile getirilmiyor. Ama yeni sivil bir anayasa mevcut devletçi anayasanın yerine ferdi esas alan bir düzenlemeyi gündeme getirecektir. Bu ise kendilerini eşit fertler arasında biraz daha eşit gören çevrelerde tepki çekiyor. Çünkü, var olan imtiyazlarını kaybetme endişesi onları özgürlüklerin gelişmesi istekleri karşısında yer almaya itiyor. Neticede toplumun çoğunluğunun içine sinmeyen kararlar gündeme gelince ister istemez yargı tartışmanın odağında yer aldı. Halbuki hukukun üstünlüğü, adaletin tecellisi için yargının tartışma ortamından çıkartılması gerekiyor.
Bunun için de zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Toplumlarda zihniyet değişikliği kolay olmaz. Zihniyet değişikliği herkesin aynı düşünce etrafında birleşmesi de demek değildir. Önemli olan devleti kutsayan anlayışın yerine ferdi esas alan, devletin fertler tarafından hak ve özürlüklerinin teminat altına almak için oluşturduğu noktasında birleşmek gerekiyor. Eğer birileri kendilerini toplumun diğer kesimlerine göre üstün görmek alışkanlığını sürdürür, hak ve özgürlükleri sadece kendileri açısından düşünürlerse toplumsal çatışmayı engellemek mümkün olmaz. Kaldı ki böyle bir anlayış halkın egemenliğinin önündeki engel olmaya devam eder.
Kısacası toplumsal barışın sağlanması için önce fertler arasında, ardından da devlet ile millet arasındaki çatışmanın giderilmesi gerekiyor. Gerekirse bunu sağlamak adına toplumun her kesimi bazı fedakarlıkları göze almak durumundadır. Bu göze alınamazsa bilinmelidir ki artık bu ülkede azınlığın bir takım yasalara dayanarak çoğunluğa tahakkümü mümkün olmayacaktır.
(1 )(2) (3) - Türkiye Barolar Birliği Başkanı Vedat Ahsen Coşar- Vatan Gazetesi, 26 Şubat 2011.