Bilim adamları, devlet tanımı ve unsurları arasında büyük ihtilafa düşmezler.
Devlet, bir ulusun (insan unsuru) ülke (toprak unsuru) üzerinde mülk yolu ile egemenlik (iktidar unsuru) kurmasıdır.
Toplumu oluşturan diğer sosyal kurumlar tartışmalara konudur.
Hukukçular, yasama, yürütme ve yargıdan bahseder. (Fakat aralarında ahenk ve işbirliğinden pek söz edilemez.)
Bunun sebebi, toplumu oluşturan sosyal kurumların, sosyolojinin verilerini dikkate almamasındandır.
Bunlar tarihin her döneminde etkilerini devam ettirmişlerdir.
İnsandan hareketle bu kurumları şu şekilde ifade etmek mümkündür.
1. Dini ve Ahlaki kurumlar, His/Duygu melekesinin toplumdaki tezahürüdürler.
Din, sosyal düzenin oluşması ve gelişmesinde önemli bir yer tutmuştur. İnanmanın yanında sosyal düzen fikrini de aşılamış, böylece sosyal düzenin hamiliğini üstlenmiştir. Fakat eski kapsayıcılığını yitirmiştir. Çok az istisnalar dışında egemenliği de kaybolmuştur.
2. Siyasi kurumlar, Ünsiyet meziyetinin tezahürü olarak toplumsal yapıda yerlerini alırlar.
Güvenliklerini korumak için oluşturulan bu kurumlar sayesinde toplum düzeni sürekli hale getirilmiştir. Halen sosyalist ülkelerde topluma egemendirler. Topluma ait nihai ve bağlayıcı kararlar bunlar tarafından belirlenmektedir.
3. İktisadi kurumlar, İrade/İsteme yeteneğinin toplumda ortaya çıkış şekilleri olarak ifade edilebilirler.
Maddi ve fizyolojik ihtiyaçların karşılanabilmesi için oluşturulup geliştirilen bu kurumlar, daha ziyade kapitalist ülkelerde egemenliklerini gösterip, kararları belirlerler.
4. İlmi kurumlar, insandaki Düşünce/Fikir yeteneğinden ortaya çıkmaktadır.
Günümüz sorunlarına çözümler getiren bu kurum, neredeyse toplumsal sözleşmede yer bile alamayacak durumdadır.
Artık insanlık rüştünü ispat etmiştir. İlim ve ilmi kurumlar, sosyal düzende bu kurumların yer alış şekillerini ve işlevlerini belirlemelidir.
İnsanlık böylece totaliter rejimlerden, faşizmden, kapitalizmden kurtulabilir ve geleceğe güvenle bakabilir.
İstikbal İlim ve İlmi kurumlarındır.