Etrafta ne kadar ihtişamlı yapılar var değil mi... Ve bu yapılar içerisinde yaşayan ne kadar da çok insan... Her bir apartmanın önünde kimi zaman park yeri sıkıntısı çıkaracak kadar, çoğu da gayet lüks arabalar olduğuna göre imkân sahibiler aynı zamanda... Yine birçok apartman-site de fevkalade korunaklı... Hatta bunlardan bazıları özel güvenlikli ve yüksek duvarlar içerisinde... Ama buralarda yaşayanlar sureten mi yoksa sireten mi insan; bakalım...
İşte ağır bir kış yaşıyoruz ve yolda sokakta kalan onca insan (hatta hayvan) var. Her yere devlet yetişmeye çalışıyor, ama yetişemiyor tabii... Ve elbette yetişmeye çalışan ve sureten değil sireten insan olmayı tercih etmiş kimi sivil organizasyonlar da var. Oysa belki her birimiz yollarda olmalıydık ve birbirimizle yarışmalıydık; bu insanlara yardımcı olmak, gerekirse misafir etmek için... İşte birkaç hikâye…
Yıllar önce yanlış hatırlamıyorsam Silopi’de hacılar yolda mahsur kaldıklarında yörede yaşayan insanların yardım etmek için nasıl da birbiriyle yarıştıkları anlatılır. Gerçektir bu... Suretleri esas alınsa birçoğu sokakta onlarla muhatap olmak istemez belki de… Hacı adaylarını adeta zorla evlerine misafir etmişlerdi bu yerel kıyafetli ‘insan’lar... Ve bitmeyen bir dostluğun başlangıcı böyle başlamıştı.
Bundan birkaç yıl önce Ankara’da ÖSYM görevlisiyken (ÖSYM Temsilcisi) okulları yürüyerek dolaşıyordum. Aniden bastıran ve bir saate yakın durmayan yağmur nedeniyle sokakta mahsur kalmıştım. Kendimi zar-zor etraftaki bir park yerinin kamelyasına attım. Üstü kapalıydı ama bütün etrafı açıktı. Ve yağmur fırtına ile birlikte yağıyordu. Neler yaşadığımı siz düşünün artık... Ne hissettiğimi de ben söyleyeyim; ölüm… Abartmıyorum; hissiyatımı söylüyorum. Oysa etrafta yukarda bahsettiğim türden o kadar çok apartman ve site vardı ki... Bu hissiyat içerisindeyken, biri görür de çağırır mı acaba diye etrafa bakındım doğal olarak... Ama nafile... Belki yüzlerce-binlerce insan vardı etrafta ama ortalıkta bir tane bile ‘insan’ yoktu.
Bir iyi örnek daha anlatalım. Bundan birkaç ay önce acil bir sebebe binaen gece yola çıkmak zorunda kalmıştık. Geçirdiğimiz küçük bir kaza (tekerlek patlaması) sebebiyle gece dört buçukta (Ankara merkezde) yolda kaldık. İki erkek iki kadın ve bir çocuk... Ekim sonu Kasım başı olduğuna göre ısıyı tahmin etmeniz de güç olmaz. Henüz ne yapacağımızı planlıyorduk ki hiç tanımadığımız bir adam arabasıyla geri geri geldi ve daha önce hiç tecrübe etmediğimiz tekerlek değiştirme işine, kendi ekipmanlarını da kullanarak yardım etti. Daha doğrusu her şeyi kendisi yaptı. İş bittikten sonra bizi de evine davet etti. Biz kendisine teşekkür ettik tabii... Stepneyle yola devam edemeyeceğimizden de günün ışımasını bekledik. Sonra bir arkadaşımı aradım; hemen geldi ve işimiz bitinceye kadar da bize refakat etti, işimizi de hızlandırdı. Belki bir planı vardı ama erteledi işte... Bunlar da insan; ilk baştakiler de öyle değil mi... Değil bence... Bakın; yanıldık...
İnsanı surete-bedene indirmek ne kadar da basit... Ya da güzelleştirme çabasını bedenle sınırlı tutmak... Oysa içtenlikli bir tebessüm menfaate yaslanmış (sahte) gülücükle karşılaştırılamaz bile... Ama böylesi fevkalade gösterişsizdir, hatta biraz da safça karşılanır.
Tanıdıkça, birlikte oldukça, hayatı paylaştıkça sevdiğiniz insanlar vardır. Zira hiç kimse bir ömür boyu rol yapamaz. Eğer gönüllü ya da zorunlu birlikte olduklarınıza (evlilik ya da komşuluk veya iş arkadaşlığı) süreç içerisinde sevginiz artıyorsa, insanlık buradadır.
Elindeki çam sakızını armağan eden çoban da güzel insandır. Yüreğinden gelir çünkü... Ayrıca da kendisince değerli olanı paylaşmıştır sizinle... Ama çobanlık ne kadar da düşüktür insanlar nezdinde değil mi... Peygamber mesleği olduğunu ve o dilsiz-günahsız Allah'ın emaneti mahlukatla konuşmayı öğrendiğinizi kimsecikler bilmez. Yine yanıldık, yine yanıldık!...
Nezaket de öyledir. Ne kadar da önemli bir insani vasıftır. Ama ne var ki onu da yanlış biliyoruz. Çünkü rol modelimiz aslında bir medeniyet katili… Medeniyet katili ama rol modelimiz... Bu insan ne anlaşılmaz şey böyle... Sadece medeniyet katili de değil, insanlığın da katili... Soykırımcı yani... Ama bir o kadar da kurtarıcı (!) öyle değil mi…
Kim kökünü kazıdı o Kızılderililerin, o Aborjinlerin... Ve kim yok etti bu medeniyetlerin izlerini... Kimden nereden türedi bu hastalıklı ruh hali olan ırkçılık; Hitlet'ler (Almanya), Musolini'ler (İtalya), Salazar'lar (Portekiz), Franko'lar (İspanya), bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir diyen Churclill'ler (İngiltere), milyonlarca insanın katilleri Stalin'ler, Mao'lar, muhalifleri üzerine ağır metaller bağlayarak uçakla denizin ortasına atan Pinochet'ler, Bosna kasapları Miloşeviç’ler, Miladiçler, Karadziç’ler… Ve kim imal etti ve kullandı kitle imha silahlarını... Bir insanlık suçu olan sömürgeciliği ve köleliği kim kurumsallaştırdı...
Bire bir muhatap olduğunuzda havada uçuşan please'ler, sorry'ler, excuse me'ler... sahtelikten başka bir şey değildir. Bunların yerli versiyonları da bizde... Bakarsanız kılına-kıyafetine, konuşmasına-gülüşüne; kendinizi yalancı cennette sanırsınız. Sahte olduğunu da bir ihtiyacınız olduğunda anlarsınız. Oysa nezaket yaşamda karşılık bulduğu oranda anlamlıdır.
Eğer arkadaşınızın bir meselesi için kendinizden-rahatınızdan fedakârlık yapmışsanız naziksinizdir mesela... Ya da haksızlığa uğradığında risk alarak arkadaşınızın yanında yer almışsanız... Sizi üzen bir arkadaşınız, komşunuz, akrabanız varsa ve bütün olan bitenleri gördüğünüz-hissettiğiniz halde bunu ilk fırsatta muhatabın önüne koymak yerine, kimi zaman yıllarca, hatta bir ömür boyu beklemektir; karşılığını Allah’tan ümit ederek… Sağır Sultan neden Sağır Sultandı acaba... Gerçekten sağır mıydı yoksa sağırlığı nezaketin olağanüstü örneği miydi? Bir bakın hikayesine isterseniz.
Nezaket kimsesi olmayanın kimsesi olmaktır bir başka açıdan bakıldığında... Nezaket muhatabının derdiyle hemhal olmak, kendini onun yerine koymaktır bir bakımdan da... Bir imkân, bir iyilik-kolaylık varsa etrafla paylaşmaktır; tek başına sahiplenmek için fırsat kollamak değil... Ve kılına-kıyafetine, zenginliğine-makamına bakmadan ‘insanı’ muhatap almaktır. Hayır denmesi gerektiğinde muhatabın gücüne-makamına değil, haklı olup olmadığına bakmak, gerisini düşünmemektir. Halihazırdaki ilişki biçimine uymadığına göre bütün bunlar; gene yanıldık demektir. İnsan suret değil sirettir çünkü: "Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar." (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)