Siyasiler kendi kendilerini aldatmıyorlarsa, medya olarak biz hiç de iyi bir iş çıkarmıyoruz demektir...
Yeni yıla girerken Şırnak/Uludere’de üzerlerine yağdırılan bombalarla 35 köylü hayatını kaybetti. O günden sonra Uludere’ye yolunu düşürmeyen siyasetçi kalmadı. BDP’liler ile Ak Partililer arasında ağız düellosu bitmiyor. Taziyet çadırına uğrayan Uludere kaymakamı darp edildi.
Uludere’ye yolu düşen Ak Partili bakan ve milletvekillerinin dedikleri şu: “Bizim insanımız çok temiz; Uludere’ye köylüleri yatıştırmaya gittik, ama köylüler bizi yatıştırdı. Soylu ve onurlu tavırlar sergilediler. Cenazelerin kaldırılış biçimini tasvip etmediklerini anlattılar. Kaymakamı linçten kurtaran da yine kayıp vermiş köylülerdi...”
Hayatlarını kaybedenlerin yaptığı işin ‘kaçakçılık’ olduğu düşünülürse siyasilerin aktardıkları izlenimin gerçeğe yakın olduğu söylenebilir. ‘Kaçakçı’, adı üstünde, yasadışı iş yapan insan demek; yakalandığında yaptığı işin suç ve cezalık olduğunu bilir ‘kaçakçı’; başka türden tehlikelerle karşılaşma ihtimali de hep aklındadır.
Tepesinde F-16’ların uçtuğunu, aşağıya bomba yolladığını görünce mutlaka şaşırmıştır köylüler; bu kadarını beklemedikleri için... Ancak o işi sürekli yapanların yolu yasaları uygulayan kolluk kuvvetleriyle kimbilir kaç kez kesişmiş, kaç kez üzerlerine kurşun yağdırılmıştır.
Kaçakçılık yaptıklarından değil ‘terörist’ sanıldıkları için üzerlerine bu defa F-16’lar gönderdi devlet... Kimine göre istihbarat öyle gelmiş; kimine göre istihbarat hatalı değerlendirilmiş; ateş açma emrini verenlerin haddi aştığını iddia edenler de var.
Şıklardan hangisi doğru olursa olsun devlet adına yapılan iş yanlıştır. Sorumlularının tespit edilip yargı önüne çıkartılmasını bekliyoruz. Yakınlarını kaybedenlerden özür dilenmeli, tazminat ödenmeli, yaraların sarılması için elden gelen bütün gayret gösterilmelidir.
Medya bu noktada devreye giriyor. Günlerden beri çıkan yazıları okuyor, yapılan yorumları dinliyorum. Herkes üzüntülü, duyulan derin hisler yazı ve yorumlara da yansıyor. Ancak üzüntü ne kadar büyük olursa olsun işi içinden çıkılamaz hale dönüştürmek doğru değildir. Bir müessif olayı bir kirli niyetin dışa vurumu olarak yaftalayıp bunun üzerinden vahim sonuçlar çıkarmak bir yanlışın üzerine daha büyük bir yanlışla gitmek demektir.
Ülkede akan kan kanı akanın ırkına göre değişmiyor; dökülen kan Türk kanı olduğunda başka Kürt kanı olduğunda başka tepki verilmiyor. PKK terörünün varlığı ve ‘Kürt sorunu’ yüzünden belli bir bölgeye ve halkına karşı husumet hisleri beslenmiyor; tam tersine herkes o yüzden biraz daha dikkatli davranma ihtiyacı hissediyor.
Elbette her kuralın olduğu gibi bunun da istisnaları vardır; ancak ülkemizin geneli bu tür konularda hassas insanlardan oluşuyor.
O halde, en hafifi “Uludere Kürtlere duyulan düşmanca hisleri dışa vurdu” olan tespitler ve onlar üzerine oturan “Birarada yaşayamayız” yorumları nereden çıkıyor? Yapılan yanlışlığın üzerine gidilmesi, sorumluların tespitine çalışılması, dilenen binlerce özür ve kayıpların telâfisi için sarf edilen muazzam çabalar neden gözardı ediliyor?
Herkes biraz daha dikkatli davranmalı.