“Özel olarak imzalanmış bir kitapla bir mektup arasında çok az fark vardır,” diyen ve kitaplarla büyüyen bir okur-yazar.
1979 Yılında İstanbul’da doğan Polat Onat, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümünden mezun. Şiirle, kitapla iç içe bir eğitimci. Yazdığı kitapların sonuncusu olan “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” ile yazarlığının jübilesini yaptığını dile getirse de yazılarını kendi sitesinde yayınlamaya ve öğrencilerine, edebiyatseverlere faydalı olmaya çalışıyor.
Kendisiyle tanışmamız bir değiş tokuş sayesinde oldu. İmzalı Kitaplar Müzesi’ni keşfettiğim gün ona ulaştım ve beni kırmadı.
Söyleşimizi sizlerle paylaşmak istedik.
“Sayın Polat Onat Hocam, öncelikle teşekkür ediyorum. Şahsınıza ait bilinmeyen birkaç tanıtıcı cümle istesek neler söylersiniz?”
Öncelikle bu samimi ilginizden ve desteğinizden dolayı ben teşekkür ederim. Kendimi tanıtmam gerekirse: “Polat Onat her zaman öğrenci, bazen öğretmen, bir zamanlar şair, iflah olmaz bir okur ve kitap koleksiyoncusudur.” diye tanıtmayı yeğlerdim. İsteğiniz üzerine şahsıma ait pek bilinmeyen bir hususu da bu vesileyle ifade etmem gerekirse; sokağa çıkmayı, gezmeyi, yürüyüşü, yolculukları hiç sevmediğimi, hatta nefret ettiğimi ama evdeki çalışma odamda oturup kitaplarımla vakit geçirmekten büyük keyif aldığımı söylemek isterim.
“Polat Onat’ın edebiyat alanında amaçları nelerdir?”
İtiraf etmem gerekir. Evet, bir zamanlar edebiyat alanında kısa ve uzun vadeli amaçlarım, kendime göre çeşitli hedeflerim vardı. Fakat okurluğum ve kitap koleksiyonculuğum neticesinde elde ettiğim zihinsel kazanımlar ve düşünsel tecrübeler perspektifinde artık bu tür şeylerin pek önemi olmadığını kavradım. Belli amaçlar çerçevesinde geleceğe dönük bir hareket planı yapmanın benim açımdan artık hiçbir kıymeti yok.
Müsaadenizle bu hususu biraz açmak istiyorum. Edebiyat alanında nihai bir amacım olmamasının temel nedeni, hayalimde bir hedef olsa ve ben buna ulaşsam bile neticede bunun hiçbir kıymetinin olmadığını iliklerime de duyumsamamdır. Bunu ilk ne zaman duyumsadım biliyor musunuz? Üstat şair Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı evinde ilk ziyaret ettiğimde.
2003 yılının başıydı ve rahmetli şair o zamanlar doksan yaşındaydı. Yaşayan bir efsaneydi, yüzden fazla şiir kitabı yayımlamış, hayatını şiire adamış, dünya çapında kendini ispatlamış, dev bir şair. O benim rol modelimdi, ileride olmak istediğim kişinin prototipiydi muhayyilemde. Dağlarca’yla görüşmemizin sonunda, evinden ayrılırken hayatta hedefler belirleyip ulaşmak için çırpınmaktan çok, hayatı fazla zorlamadan itina ve sevinçle yaşamamız gerektiği, kafama bir balyoz gibi dank etti. Konuşmamızın bir bölümünde Dağlarca’nın içli içli “Yalnızlık Allah’a mahsus” demesini unutamam. Ne kadar başarılı bir şair olsa da kimsesiz oluşunun onu çok hüzünlendirdiğini gözlemledim. “Her başarının bir kefareti vardır, sizinki de yalnızlığınızdır belki” dedim Dağlarca’ya. Bir cevap vermedi. Susup öyle baktı pencereden dışarıya. Öyle tahmin ediyorum ki mutlu bir aile, çocuklar ve torunlar için tüm kariyerinden, tüm kitaplarından vazgeçerdi Dağlarca.
Allah hiçbir insanı tam olarak mutlu etmiyor işte bu hayatta. Bir şey veriyor, başka bir şeyi alıyor ya da eksik bırakıyor. Bu kuşkusuz böyle, mutlak mutluluk diye bir şey yok. Dağlarca’yla bu görüşmemizden şunu öğrendim: Sanatta, şiirde ve dolayısıyla hayatta, tam bir ruhsal tatmin asla mümkün olmuyor, hep bir doyumsuzluk, hep bir eksiklik duygusu yakasına yapışıyor insanın. Sonsuz huzur bu dünyada yaşayan biz zavallı insanlara ne kadar uzak bir olgu.
“Kendinize ait blog sitenizde ‘Artık daha da bir şey yazmam arkadaş! Unumu eledim, eleğimi astım. Benden bu kadar!’ söyleminiz ilgimi çekti. 2000 Yılından bu yana şiir ve edebiyatla ilgilenen bir yazarın kalemi bırakma kararı neden? Gerçekten bırakabildiniz mi?”
Bir önceki soruya verdiğim cevap, dolaylı yönden bu sorunuza da bir cevap teşkil ediyor aslında. Şunu da ekleyeyim: Şimdiye dek üç kitap yazdım ve yazdığım üç kitabı da “Bu benim son kitabım olacak.” inancıyla yazdım. İlk kitabımın adı “Son”du zaten. Yazdığım şiirleri toparlayıp kitaplaştırayım, daha da yazmam, diye düşünüyordum. Sonra ikinci kitabım geldi. “İhtiyarın Vefatı” adlı yapıtımla yaşlanmak ve ölüm temalı bir kitap yazayım, bu işleri öyle bırakayım, dedim. Onun ardından üçüncü kitabım ortaya çıktı. Edebi vasiyet hüviyetinde, şimdiye dek benzeri yazılmamış “İntihar Etmiş Bir Taşra Berberinin Şiir Kitabı ve Önsözü” adında deneysel bir ürün ortaya koyup kalemi kırayım istedim.
Şimdi ise kafamda bir çocuk kitabı var, onu da yazayım da çocuklarımın hakkı kalmasın. Ama bu kesin artık, yazmam arkadaş, diyorum kendim bile inanmayarak. Yazdıklarımın edebiyat çevrelerinde önemli yankılar bulması ve okurlardan da belli bir ilgi görmesi yazmayı bırakmamı zorlaştıran bir etken. Epeyce ciddi bir tiryakiydim, buna rağmen sigarayı birkaç yıl önce bıraktım çok şükür. Yazmayı bırakmak inanın daha zormuş. Umudum halen var. Yazmayı bırakacağım muhakkak; ama yaşarken değil, öldüğümde…
“İmzalı Kitaplar Müzesi’ni kurmak nerden aklınıza geldi? Neler yaptınız? Zevkli ve zor yanları nelerdir?”
Kitaplar benim için okunup işi biten, bir kenara bırakılan nesneler değildir. Kendine ait bir hayatı, bir macerası olan nesnelerdir. Kitabın imzalı olması da kitaba biriciklik kazandıran, kişiselleşmesini sağlayıp değerini artıran önemli bir husustur benim gözümde. Üniversite yıllarımdan beri imzalı kitap koleksiyonu yapıyordum. Yıllardır yolumun düştüğü her şehirde sahafları tarayıp imzalı kitap bulmak benim için çok huzur verici bir uğraştı doğrusu. Birkaç yıl önce ise, internetteki imzalı kitap sergileyen siteleri ziyaret edip faydalanmak için ufak bir araştırma yaptım. Sonuç şaşırtıcıydı. İmzalı kitaplar satan siteleri saymazsak, imzalı kitap sergileyen hiçbir siteye rastlamadım sanal âlemde. Bu durumda, benim gibi bu konuya ilgi duyabilecek kişiler için bir kaynak oluşturabilmek amacıyla kendi koleksiyonumu sergileme kararı aldım ve ciddi bir emek verdim. Sonuçta http://imzalikitap.blogspot.com/ortaya çıkmış oldu. Şu an itibariyle 600 imzalı kitap sergileniyor. Fırsat buldukça da site arşivini genişletmeye çalışıyorum.
“ http://polatonat.blogspot.com/ adında, dolu dolu, içinden çıkmak istemediğimiz kişisel bir blog sitesi daha hazırlamışsınız. Olumlu tepkiler aldığınız da aşikâr. ‘Şiir yarışmasına gönderilip sahafa ulaşan kitap’ başlıklı yazınız, beni tam kalbimden vuran bir konuydu. Benzer şeyi yaşamış olduğumdan dolayı da çok etkilendim. Çok üzüldüm. Sizce jüri üyeleri gerçekten bu işi hakkıyla yapabiliyor mu? Yarışmalar gerçekle bağdaşıyor mu?”
Bu sorunun cevabını ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Ve sizi temin ederim bu satırları okuyanların hemen hepsi muhakkak bahsettiğiniz sorunun cevabını çok iyi biliyorlar. Dolayısıyla, sürekli gündemde olan ve hep aynı yanıtların verildiği bu hususta, bilinen şeyleri tekrarlayacağımız için fazla konuşmak istemiyorum.
Şu an itibariyle çalışmalarım nedeniyle önemli bir ödül kazanamadığım için; ödüllere karşıyım, yararına inanmıyorum, yarışmalardaki jüri üyelerinin ciddi çalışmadığı, objektif davranmadığı kanısındayım. Ancak, kayda değer bir kurum, bana ödül verme lütfunda bulunursa, bu fikirlerimi tamamıyla değiştirebileceğimi de burada ifade edeyim :-)
“Hem okul, hem yazı, hem de bu araştırma ve çalışmalarınız için nasıl vakit buluyorsunuz?”
Az uyuyarak. Az uyuyanlar iki tane hayat yaşarlar.
“Roman mı, şiir mi diye sorsam ne dersiniz?”
Benim öngörüme göre, edebiyatta elli sene sonra bildiğimiz anlamıyla roman da şiir de varolmayacak. Türlerin birleşeceğine, melez yapıtların ön plana çıkacağına inanıyorum.
“İmzalı Kitaplar Müzesi”nde kendi eserinin de sergilenmesini isteyen şair ve yazar arkadaşlar size nasıl ulaşabilirler?”
Bundan büyük memnuniyet duyarım. polatonat@hotmail.com mailime yazan arkadaşlara, adresimi sevinçle iletip, postalayacağı imzalı kitabını ilgiyle okuyup, müzemiz arşivine ekleyerek sergileyeceğimi sizin vesilenizle duyurmuş olayım.
“Vakit ayırdığınız için teşekkür ediyor ve habername.com ailesi olarak başarılar diliyoruz.”
Rica ederim. Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.