2 Nisan'da Londra'da yapılacak G-20 Zirvesi'nde hiç beklemediğimiz türden bir küresel bölünme yaşanması tehlikesi var. Böyle bir bölünme, bırakın krize çare üretmeyi, dünyayı çok daha büyük bir felaketle yüz yüze bırakabilir. Krize çözüm üretmek için toplanan ülkeler, krizi daha da derinleştirebilir, siyasi krize dönüştürebilir.
İngiltere'nin, daha hazırlık döneminde, G20 ülkelerini iki kategoriye ayırması, zirve ile ilgili şüpheleri ortaya koymuştu. “Birinci sınıf ülkeler”in, küresel ekonominin merkez ülkelerinin diğerlerini formaliteden gördüğüne dair işaretler, ortada bir kötü niyet ya da istismar olabileceği şüphesini doğurmuştu. Ancak bugünlerde çok daha tehlikeli ipuçları çıkıyor ortaya. Krizi derinleştirecek, ekonomik bloklar oluşturabilecek, bu bloklar arasında çatışmaya yol açabilecek hiç de hayırlı olmayan niyetler gün yüzüne çıkıyor gibi.
Bu işaretlerin en önemlisi, krizin Avrupa ile Amerika arasında çatışmaya yol açacağı, bir çeşit transatlantik ekonomik savaş başlatacağı iddiası.
Avrupa için 21. yüzyıla yönelik eğilimleri sorgulayan ve farklı düşünce kuruluşları ile işbirliği içinde olan “The Laboratoire européen d'Anticipation Politique Europe 2020 (LEAP/E2020)” adlı kuruluşun “sistemik kriz” olarak nitelediği krizle ilgili öngörülerini mümkün olduğunca izliyorum. Kuruluşun 24 Mart'ta yayınlayacağı yeni raporunda G20 Zirvesi'ne ilişkin çarpıcı değerlendirmeler var. Krizi önlemeye yönelik radikal önlemlerden ziyade bir ekonomik savaştan söz ediliyor.
Wall Street ve medyanın önümüzdeki günlerde Avrupa bankacılık sistemine ve Euro'ya karşı savaş başlatacağı, bu durumun zirveyi oldukça gerilimle hale sokacağı vurgulanıyor. Yani bir Avrupa-Amerika ekonomik savaşına işaret ediliyor. AB para birimini ve bankacılık sistemini çökertme girişiminden söz ediliyor. Değerlendirmede; zirveye katılan liderlerin önünde iki seçenek bulunduğu belirtiliyor:
1- Ya yeni bir uluslararası para sistemi şekillendirecekler, başlıca küresel aktörleri buna dahil edecekler, böylece krizin etkisini 3-5 yıla indirecekler.
2- Ya da bugünkü sistemle devam edecekler. O zaman; 2009'dan başlayarak on yıl sürecek trajik bir kriz söz konusu olacak.
Başından bu yana, krizin aslında siyasi olduğunu, dünyada bir ekonomik savaşın yaşandığını; bunun siyasi sonuçları olacağını, varolan uluslararası sistemi çökerteceğini, yeni güç dengelerine göre bir uluslar arası sistem inşasını zorunlu hale getireceğini söyleyip durduk. Bu yüzden krize karşı ekonomik önlemler yeterli olmayacaktır. Söz konusu raporda bu anlatılanların sadece Avrupa-ABD arasındaki boyutuna işaret ediliyor.
Öyle görünüyor ki, G20 zirvesi müthiş güç mücadelesine sahne olacak. Başından beri tahminlerimiz doğruydu. Şu anki sistemin devamından yana olanlar, Anglo-Amerikan güçler, finans sisteminin değişmesine direniyor. Çünkü bugünkü sistem onlara küresel düzeyde siyasi üstünlük garanti ediyor. Olası çok başkentli sistemde, belli başlı güçlerin sistem içinde hak ettiği rolü alması aynı zamanda küresel iktidarın kontrolünün de ellerinden çıkması demektir. Buna hiçbir zaman razı olmayacaklar. Amerika da, İngiltere de. Şimdi ABD-Avrupa arasında gördüğümüz bunalım yarın bu güçlerle dünyanın geri kalanları arasında da sertleşecektir. Londra'daki zirve, krize çözüm için son fırsat olarak görülüyordu. Daha şimdiden bu fırsatın boşa harcanacağı ortaya çıktı.
Uluslararası süreçten başka örnekler de verelim. Bu da G20 zirvesiyle bağlantılı. Bazı iddialara göre, IMF önümüzdeki aylarda yüz milyarlarca dolar para sürecek piyasaya. Öyle kredi değil, IMF para basacak. Bir çeşit “Süper para” olacak bu. Böylece finansal tıkanıklığın önüne geçilmeye çalışılacak. Öneriyi getirenler arasında George Soros ve ABD Hazine Danışmanı Ted Truman var. Arkasında ABD ve İngiltere var. Londra'daki zirveye hazırlık için yapılacak G20 ekonomik bakanları toplantısının tartışma konularından birinin bu olacağı söyleniyor.
IMF'nin Dünya Merkez Bankası'na dönüştürülmesi, küresel ortak para projesi hakkında daha önce yazmıştık. ABD/İngiliz ekseninin bu amaçla çok önceden hazırladığı strateji şuydu:
Uluslararası Para Fonu IMF'ye adeta diktatörlüğü andıran bir rol yüklenecek. IMF bütün ülkelere ekonomi politikaları dayatabilecek, ekonomileri üzerinde söz hakkına sahip olacak. Özelleştirmeden serbest ticaretin ilkelerine kadar dünya ekonomisini ilgilendiren her alanda tek hakim olacak. IMF bir anlamda Dünya Merkez Bankası olacak. Dolayısıyla da küresel politikalar üzerinde ABD-İngiliz çıkarlarını dayatacak bir güç haline gelecek. Şu an sarsılmakta olan globalleşmeye tekrar ivme kazandırılacak. Bu süreç ileri aşamalarda yeryüzünde tek siyasi otoriteye kapı aralayacak. ABD'nin başaramadığı küresel imparatorluk, “Dünya Devleti” bu aşamada tartışılır olacak.
Merkeziyetçi ülkeler aslında dünyanın tamamını istiyor. Ekonomiyi, kaynakları ve siyasi iktidarı tek elde toplamaya çalışıyor. Tek “Dünya Merkez Bankası” istiyor. “Tek Para Birimi” istiyor. “Tek Dünya Devleti” istiyor.