Daha öğle olmamıştı Stuttgart’daydım... Baden Baden’i, Kara Ormanları aşa aşa arabayla Strasbourg’a geldim, Defne Derneği’nin düzenlediği Türk-Yunan Dostluk Paneli’ne katılacaktım...
Erken kalkan çok yol alıyor, tüm iç ve dış basını iyice taradım... Hava Harp Okulu Komutanı’nın tevkif edilmesinden, Mossad’a çok yakın olduğu söylenen İsrailli işadamı Ofer’in İran’a petrol tankeri sattığının ortaya çıkmasının ertesi günü ölmesine...
Ünlü İngiliz dergisi Economist’teki çarpıcı Türkiye analizinden Tunuslu kaçak göçmenlerin boğulup gitmelerine...
Fırlayıveren enflasyondan Genelkurmay’ın 2007 yılındaki 367 krizi ile ilgili “bilgi notu” açıklamasına...
***
Ancak okuduğum bir yazı, günün gelişmelerinden ziyade “medya” ve “medyanın işlevi” üzerinde daha fazla yoğunlaşmama neden oldu...
Vahap Munyar’ın Ali Babacan’a ayırdığı tam sayfa yazısındaki bir kutunun başlığı şöyleydi:
“Yayınlatmadığımız IMF raporu sayısı 4-5 oldu.”
Okuyunca, sözlerin sahibinin Ali Babacan olduğunu gördüm...
Şunları söylüyordu:
“- Aslında raporun temelini anlatan özet bölümü yayınlandı. IMF yönetiminin de bununla ilgili açıklamaları kamuoyuna yansıdı. Raporun tümünün yayınlanmasına biz izin vermedik. Biz IMF’nin ortağı bir ülkeyiz. Hazırlanan raporda onaylamadığımız yönler varsa, yayınlanmasına izin vermeyebiliriz.
IMF’de ekipler zaman zaman değişiyor. Bizim raporu hazırlayan ekipte 2-3 yeni uzman var. Onlar Türkiye’yi doğru dürüst bilmiyorlar. Buna rağmen, subjektif yorumlarını rapora koymuşlar. Rapordaki rakamlara itirazımız yok ama yorumlara itirazımız var.
Biz daha önce de IMF’nin 4-5 raporunu yayınlatmadık.”
Yılların cevval gazetecisi Vahap Munyar da doğal olarak “onlardan haberimiz olmadı anlaşılan, hepimiz atlamışız” diyor...
Ne var ki daha öncekileri atlamış olsa da Erdal Sağlam’ın yayınlanmayan son raporun peşinde olduğunu söylemeliyiz...
***
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan söylemese, hükümetin dört-beş IMF Raporu’nun yorum kısmını yayınlatmadığından haberimiz olmayacak...
Durumu garipsedim...
Medyanın kamplara ayrışmış olmasına rağmen IMF raporları gibi çok önemli konuların ortaklaşa atlanıyor olmasını acaba nasıl yorumlamalı?
Siyasal kamplaşma, birey ve kurumların kendi “meslek ilkelerinin” de suya düşmesine, esas işlevinden iyice uzaklaşmasına mı neden oluyor acaba?
“Meslek ilkeleri” esas olsa, Türkiye’de herkes “meslek ilkelerine” asla ihanet etmeyeceği bir noktada dursa, çok daha ileri düzeyde bir toplum olurduk...
Sözünü ettiğim yorum-haber, medyanın siyasallaşmasının sonucunda kendi işlevini ihmal edebileceği konusunda beni endişelendirdi.
Acaba sorun sadece medya ile mi ilgili, meraka daldım...
Yargıtay Başkanı’nın, 160 yeni üyenin “blok” oyuyla seçilmesi de aklımı karıştırdı... 160 yeni üyenin tıpatıp aynı düşünmesini de “çoğulculuk” anlayışıyla bağdaştıramadım, durumu da tam izah edemedim...
Dilerim, IMF raporlarının hükümetçe yayınlatılmamasının atlanması, siyasal kamplara ayrışan medyanın kendi ilkelerini unutması gibi bir şey değildir.
***
Bir ülkede “meslek ilkeleri” siyasal kamplaşmanın gölgesinde kaybolmaya başlar ise vay haline o ülkenin...
Siyasi görüşler ne olursa olsun kimsenin “meslek ilkelerine” ihanet etmediği bir ülke fikrinde ittifak etsek, galiba sorunların anası kendiliğinden çözülmüş olacak...
Ve yayınlanmayan 4-5 IMF raporunun varlığını bizzat yayına müdahil olan Ali Babacan’ın açık sözlülüğünden değil, işini iyi yapan medyanın sayesinde öğrenmiş olacağız...