Sıkıldığımız zamanlar olur… Bunaldığımız, bir damla içinde boğulduğumuzu hissettiğimiz vakitler yaşarız.
Sanki herkes ve her şey bizim üstümüze geliyor gibidir.
Herkes bizden bir şeyler istiyor sanırız. Daha doğrusu hayat bizden bir şeyler koparıyor zehabına kapılırız.
Bu noktaya gelmişsek eğer ‘Dikkaaaat’ çekmeliyiz.
Küpün taşmakta olduğunun işaretidir bunlar.
Önlem zamanıdır!
…
Kendimize bile dert olduğumuz vakitler yaşarız.
Mızmızlanırız dururuz. Bırakın başkalarını kendi nazımız yine kendimize ağır gelir.
O nedenle etraftakilere bir şey söyleyemeyiz ağzımızı açıp.
Söyleyecek gibi oluruz ama bir yutkunmadan sonra vazgeçeriz.
Fark ederler bazen bu hâlimizi dostlarımız… Dönüp bize doğru “Sen bir şey mi söylemek istiyorsun?” derler…
Uzun uzadıya yine cevap veremeyiz. Takatimiz yoktur.
‘Boşver’ deriz sadece… ‘Boşver’
Bu noktalardaysak eğer tam da ‘İmdat Kolu’nu çekmek üzereyiz demektir.
…
Yağmur yağar rahmet rahmet… Ama sizin bahçenize bir damla düşmez.
Nimetler dağılır, kısmetler üleştirilir. Sizin payınıza ya bir şey düşmez ya da düşen düştü denmeyecek kadar azdır.
Bunu en iyi hangi türkü anlatıyor acaba diye düşünürken Mahsuni Şerif’in ‘Mamudo Kurban Niye Doğdun’ türküsü geliverdi aklıma…
Benim anlatmaya çalıştığım bahtsızlığı nakarat kısmında ozanca şöyle ifade ediyor Mahsuni Şerif…
“Kurban gelir payın yoktur
Haftan yoktur ayın yoktur
Ankara'da dayın yoktur
Mamudo kurban niye doğdun
(Söyle yavrum niye doğdun)”
Tam da ‘İmdat Kolu’nu çekme zamanı…
…
Emekler verilmiştir. Çocuklar büyütülmüştür. Saçlar süpürge edilmiştir. Bel bükülmüştür. Kariyerle yapılmış, herkes ‘Adam’ olmuştur.
Ama arayan yoktur. Soran bulunmamaktadır.
Geriye bakılarak bir hesap yapmak gerekir. Ama buna lüzum bile görülmemektedir.
Yani ‘İmdat Kolu’ çekilmek üzeredir.
…
Hayat dostlara adanmıştır.
Zaman ayrılmış, yol yürünmüştür. Sevilip sayılmışsınızdır. Değer bulmuşsunuzdur.
Gün gelir ayak bir taşa takılır. Devran değişir. Suyu yolunu farklı bir mecraya doru çevirir.
Derken etrafta kimsecikler kalmamıştır. Herkes ‘Toz olmuştur’ bir anda…
Kendinize zaman bulamazken birden bire dosttan yana fakir ama zamandan yana zengin oluvermişsinizdir.
Tam da şaşkın gözlerle etrafa bakma ve ‘İmdat Kolu’nu çekme zamanıdır.
…
Benzer sahneleri çoğaltmak mümkündür.
O kadar çok fotoğraf hayalimize gelir ki bu konuda birazcık düşünsek…
Kimi hastane köşelerinde, kimi banklarda, kimi aceze evlerinde ömür törpülerken, kimi de kader mahkumu olarak zindanlarda…
Kimi ise kendi içinde uçurumlardan her gün düşmektedir… Ölümlerden beter olurcasına…
Huzursuz, mutsuz olmuştur… Güneşsiz kalmıştır…
Tüm bunlar bizi ‘İmdat Kolu’ arayışına götürür!
…
‘İmdat Kolu’nu aramak kötü müdür?
Doğru yerde arıyorsanız değildir elbette…
İçinizin, gönlünüzün, vicdanınızın gösterdiği istikamete gidiyorsanız, arayışlarınızın kıblesi artık yön değiştirmişse…
Huzuru huzurda arıyorsanız,
Tatmini kalpte bulmaya başlamışsanız,
Geçici heveslerden hevesiniz geçmişse,
Hayata anlam yüklüyor, anlamsızlıkları da hayatınızdan sürmeye niyet etmişseniz kararlılıkla,
Nefs ve şeytan gibi düşmanları denize dökmek için planlar yapıyorsunuz,
Ruhunuzda dirilik filizleri görülmeye başlamışsa,
İyiyi, güzeli, doğruyu fark eder duruma gelmişseniz elbette iyidir.
Hayat sıkıştırdıkça siz de aynı zamanda ruhunuzu sıkıştıran, bunaltan tercihlerde bulunmaya devam ediyorsanız riskiniz elbette yüksektir!
…
Ne için ‘İmdat’ ettiğimiz önemli…
Neden ‘İmdat’ ettiğimiz mühim…
Çekelim ‘İmdat Kolunu’… Kötülükler için değil ama…
Yabanlıklar, aykırılıklar, hamlıklar, olmamışlıklar için değil…
Hazımsızlıklar için değil…
Güzellik için…
Zerafet için…
Hakk için, hakikat için çekelim ‘İmdat Kolu’nu…
Sevgi için çekelim…
Aşk için…
Huzur için…
HABER NAME/ 09.06.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolathttps://www.facebook.com/iyibakkendine